"Mü'minlerin Emiri"

Imam Ali (as)'ın Sözleri

 

"Cennete ancak İmamları tanıyan ve onlar tarafından tanınan girebilir

Cehenneme de ancak onları inkar eden ve onların inkar ettikleri atılır."

Imam Ali (a), Nehcul Belağa, Hutbe:152

 

 

* İman dört direk üstünde durur: Sabır, yakıyn, adalet, cihâd. Sabır dört kısımdır: Özlem, korku, çekinmek, tetikte durmak. Cenneti özleyen dileklerden vazgeçer. Cehennemden korkan haramlardan çekinir. Dünyada çekinen kişi, dünyâ musîbetlerini hiçe sayar. Ölüme karşı tetik duransa hayırlı işlere koşar.

Yakıyn de dört kısımdır: Akıllılık, hikmeti yormak, geçmişlerden öğüt almak, geçenlerin yolunu yordamını izlemek. Akıllılıkta gözü açık olana hikmet aydınlanır. Himeti apaydın gören ibret alır. İbret alansa geçmişlerdenmiş gibi hareket eder. Dünyaya da aldanmaz.

Adalet de dört kısımdır: Anlayışta derine dalmak, bilgide derin olmak, aydın hükümle karara varmak, hilimde direnmek. Kim anlayış sâhibi olursa, ilmin dibine dalar; kim ilmin dibine dalarsa hükümde yol yordam neyse elde eder; hilim sâhibi olansa yaptığı işte ileri gitmez, insanlar arasında tertemiz yaşar.

Savaş da dört kısımdır: Doğruyu buyurmak, kötülüğü nehyetmek, gerçek işlerde doğru olmak, gerçeğe uymayanlara  düşmanlık gütmek. Doğruyu buyuran kişi inanan-ların bellerini doğrultur; kötülüğü nehyeden, münâfıkların burunlarını kırar; gerçek işlerde doğru hareket eden, kendisine gereken şeyi yapar; kötülüklere, gerçeğe uymayanlara düşman olan, Allah için kızan kişiyse öyle bir hâle erer ki, Allah onun yüzünden onun düşmanlarına kızar ve kıyâmet gününde onu razı eder.

Küfür de dört direk üstünde durur: Doğru olmayan şeylerde derine dalmak, kavga yolunu tutup ululanmak, gerçekten sapmak, aykırı yol tutmak. Gerçek olmayan şeylerde derine dalan, gerçeğe ulaşamaz; bilgisizlikle kavgaya girişen, kavgayı çoğaltan, gerçeğe karşı kör olur kalır. Kim gerçekten saparsa iyi şey ona kötü görünür; kötülükse güzelleşir; sapıklık sarhoşluğuna tutulur. Aykırı yol tutanınsa yolları güçleşir, işleri sarpa sarar, kurtuluş yolu da daraldıkça daralır.

Şüphe de dört direk üstünde durur: Batıl üzere savaşmak, korkmak, işkile düşmek, sapıklığa teslîm olmak. Savaşmayı âdet edinmenin gecesi sabah olmaz. Korkanın önündeki ardına düşer. Şüpheye yolunda yelip yortanı o şüphe, şeytanların ayakları altına atar; dünyâ tehlikeleri yüzünden sapıklığa teslim olansa dünyâda da helâk olur, âhirette de.

* İnsanlar, dünyâlarını düzene sokmak için dinlerine ait bir şeyi terk ettiler mi Allah onları ondan daha zararlı bir şeye uğratır.

* Farzlara zarar veren nâfilelerle yakınlık olamaz.

* Sizi İslâm'a öylesine bir nispetle mensup sayayım ki benden önce kimse böyle bir nispeti söylememiştir. İslâm teslîm oluştur; teslîm oluş yakıyndir; yakıyn gerçeklemektir; gerçeklemek ikrardır; ikrar emre uymaktır; emre uymaksa o emirleri yerine getirmektir.

* Yaradanın büyüklüğü, yaratılanı gözünde küçültür.

* Namaz, her temiz kişinin Tanrı'ya yaklaşmasıdır. Hac, her zayıfın savaşıdır. Her şeyin zekâtı vardır; bedenin zekâtı da oruçtur. Kadının savaşıysa kocasıyla iyi geçinmesidir.

* Nice oruçlu vardır ki orucundan elde ettiği ancak açlıktır, susuzluktur. Nice geceleri ibâdetle geçiren vardır ki o kulluktan elde ettiği şey, uykusuzluktur, yorgunluktur. Ne mutlu aklı başında olan âriflerin uykusu ve yemesi.

* Ne mutlu âhireti anan, soru için iş gören, nâil olduğuna, hakkına kanaat eden ve Allah'tan razı olan kişiye.

* Yaradana isyan hususunda yaratılmışa itâat olamaz. Suçtan vazgeçmek tövbe etmekten ehvendir.

(İmandan sorulduğu vakit buyurdular ki:)

* İman gönülle tanımak, dille ikrâr etmek, âzâ ile de kullukta bulunmaktır.

* Bir bölük halk sevâp için Allah'a kulluk eder; bu kulluk, tâcirlerin kulluğudur. bir bölük de Allah'a korkudan kulluk eder, bu da kölelerin kulluğudur. Bir bölükse, Allah'a şükrederek kullukta bulunur; işte hür kişilerin kulluğu budur.

* Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'ı, yapmayı iyice dilediğim şeyleri yapmamakla, bağladığım düğümleri çözmekle tanıdım.[1]

* Allah imânı şirki temizlemek, namazı ululuğu bırakmak, zekâtı rızka sebep olmak, orucu kulların ihlâsını sınamak, haccı dîni kuvvetlendirmek, savaşı, İslâm'ı yüceltmek, doğruyu buyurmayı halkı düzgün bir hâle sokmak, kötülükten nehyetmeyi, kötü kişileri fenalıktan çekmek, yakınlarla buluşup görüşmeyi, onları görüp gözetmeyi, Müslümanların sayılarını çoğaltmak, kısâsı onları korumak, ahitleri yerine getirmeyi, haram olan şeylerin ne kadar kötü olduğunu anlatmak için emretti. İçkiyi aklı korumak, hırsızlığı temizliği bildirmek, zinâyı soyu-sopu gözetmek, livâtayı nesli çoğaltmak için nehyetti. Tanıklıkta bulunmayı kulların haklarını yerine getirmek için buyurdu. Yalanı bırakmayı gerçeğin yüceliğini bildirmek için emretti. Selâm vermeyi zarardan, korkudan korunmamız, İmâmeti ümmetin düzenini sağlamak, imâma itâat etmeyi de imâmeti ululamak için emir buyurdu.[2]

(Kaderden sorulunca buyurdular ki:)

* Kapkaranlık bir yoldur, gitmeyin o yola. Pek derin bir denizdir,  dalmayın  o  denize. Allah'ın sırrıdır, uğraşmayın onunla.

(Birisi, Şam'a gidişiniz Allah'ın kazâ ve kaderiyle değil midiydi diye sorunca bu soruya uzun uzun cevap verdiler. Bu arada buyurdular ki:)

* Yazık sana, sen kazâyı yerine gelmesi, kaderin mutlaka olması gerekli sanmadasın. İş böyle olsaydı sevap ve ikab batıl olur, vaat ve vaidin ortadan kalkması icâb ederdi. Oysa ki noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, kullarını yapacakları işlerde muhayyer bırakarak emretmiş, kötülüklerden çekinmelerini bildirerek nehyetmiştir. Emir de, nehiy de, kulun ihtiyârını ortadan kaldırmamış, kudretini yok etmemiştir. Onlara kolay olanı teklif etmiş, zor olanı buyurmamıştır. Az iyiliğe çok sevap vermiştir. Kul mağlûp olarak isyan etmez; mecbur olarak itâatte bulunmaz. O peygamberleri bir oyun için göndermemiş, kitabı abes olarak indirmemiş, gökleri ve yeryüzünü, ikisi arasında yaratılanları boş yere yaratmamıştır. "Bu, kâfir olanların zannı. Artık vay haline kâfirlerin ateşten."(38, Sâd, 27).

Ebu-Câ'fer Muhammed b. Aliyy'il-Bâkır aleyhimes-selâm'dan rivâyet edilmiştir. buyurmuşlardır ki:

* Yeryüzünde Allah azâbından iki aman verdi; biri kaldırıldı; öbürüne yapışın. Kaldırılan aman Allah'ın salâtı o'na ve soyuna olsun, Rasûlullah'tı, Duran, kalan amansa istiğfardır. Allah Teâlâ "Sen, onların içinde oldukça onları azaplandırmaz ve gene yarlıganma dilerlerken, Allah, onlara azap vermez" buyurmuştur. (8, Enfâl, 33).

* Tam fakih o kişidir ki insanları Allah'ın rahmetinden ümitsiz hâle düşürmediği, Allah'ın lütfünden onları meyûs etmediği gibi Allah'ın mekrinden de onları emin etmez.

* İnananların zanlarından sakının; çünkü yüce Allah gerçeği onların dillerine ilhâm eder.[3]

* Kur'an'da sizden öncekilere ait olaylar, sizden sonraki zamanlara ait haberler, aranızda cârî olacak hükümler vardır.

* İnananın yüzünde güleçlik vardır, kalbindeyse hüzün. Gönlü her şeyden geniştir, nefsi her şeyden alçak. Yücelikten nefret eder, şöhrete düşmandır, gamı gussası uzundur, düşünmesi derin. Susması fazladır; vakti yoktur. Çok şükreder, çok sabreder. Düşünceye dalmıştır, ihtiyâcı olanları görünce kendi ihtiyâcını hatırlamaz bile. Huyu güzeldir, geçinmesi hoş ve yumuşak. Şeref ve din bakımından serttir, huy bakımından kuldan alçak.

* Amelsiz sevap dileyen, yaysız ok atmaya kalkan kişiye benzer.

* Bu ümmetin en hayırlıları hakkında bile Allah'ın azâbından emin olmamalısın; çünkü yüce Allah "Allah azâbından emin olanlar ancak zarara uğramış topluluk-lardır" buyurmuştur (7, A'râf, 99); bu ümmetin en kötüsü hakkında bile Allah'ın rahmetinden ümit kesmemelisin; çünkü Allah, "Allah'ın rahmetinden kâfir olan topluluktan başka kimsecikler ümit kesmez" buyurmuştur. (Yûsuf, 87).

* İnanan kişinin günde üç işi vardır: Bir zaman Rabbiyle münâcât eder, ona kullukta bulunur; bir zaman geçimi için çalışır; bir zamanı da vardır, helâl ve güzel lezzetlerle zevklenir. Akıllı kişi, ancak üç şey için yolculuk eder: Geçimini sağlamak, âhiretini elde etmek, yahut da haram olmayan zevk ve lezzet elde etmek için.

(Birisi, huzurlarında, Allah'tan suçlarımı örtmesini dilerim deyince buyurdular ki:)

* Anan yasında ağlasın; biliyor musun, suçların örtülmesini, bağışlanmasını istemek nedir? Suçların örtülmesini istemek, İlliyyin[4] derecesidir; bunun da altı anlamı vardır: Birincisi geçmiş suçlara nâdim olmak, ikincisi ebedî olarak o geçmiş suçları bir daha işlememek, üçüncüsü Allah'a temiz ulaşmak, kul hakkında kendisinde bir şey olmadığı halde kavuşmak için yaratılmışların haklarını kendilerine vermek, dördüncüsü sana vâcip olan bütün emirlerini yerine getirmeye niyet etmek, beşincisi, bedeninde hırstan bitip gelişmiş etleri, dertle, gamla eritmek, derini kemiğe yapıştıracak kadar zayıflamak, ondan sonra helâl lokmadan gelişen ete kavuşmak, altıncısı bedenine evvelce suç işleme tadını tattırdığın gibi ibâdet elemini de tattırmaktır. Bu şartlardan sonra, Allah'tan suçlarını örtmesini dilerim diyebilirsin.

Allah'ın öyle kulları vardır ki Allah onları kulların faydalarına hizmet etmek için nimetlerle nimetlendirmiştir. Onların ellerine nimetler vermiştir. Onlar da o nimetleri kullara ihsan ederler. Fakat ihsan etmediler mi de o nimetleri onlardan alıp başkalarına verir.

* (Bâzı bayramlarda buyurmuşlardır ki:)

Bayram, orucunu, geceleri ettiği ibadeti Allah'ın kabûl ettiği kişiye bayramdır. Hangi gün Allah'a  isyân edilmezse o gündür bayram.

Allah dostları o kişileridir ki insanlar dünyânın görünü-şüne baktıkları zaman onlar, dünyânın içyüzü görürler. İnsanlar hemencecik elde edilecek dünyâ işleriyle uğraşır-larken onlar, bir müddet sonra gelecek âhireti elde etmek kaygısına düşerler. Ahiret işlerine koyulurlar. Kendilerini öldürecek  zevklerden geçerler, o zevkleri öldürürler. Terk edecekleri şeyleri bilirler de daha önce terk ederler. Görürler, bilirler ki başkalarının dünyâdan elde ettikleri çok şey pek azdır. Onların dünyâyı elde etmeleri ellerinden yitirmelerinden başka bir şey değildir.

* Allah dostları insanların uzaklaştıkları şeylere düşmandırlar. İnsanların düşman oldukları şeylere dostturlar. Onlarla Kitabın hükümleri bilinir; onlardır Allah'ın Kitabıyla bilenler. Onlarla Kitabın hükümleri yürütür; onlardır Kitabın hükmüyle yürüyenler. Umdukları şeyin üstünde umulacak bir şey görmezler onlar. Korktuklarının üstünde korkulacak bir varlık tanımazlar onlar.

* İmânın alâmeti, yalan sana fayda, gerçek zarar verecek olsa bile gerçeği seçmen, sözünü bilginden fazla söylememen, başkalarının sözlerinde de Allah'tan korkman, çekinmendir.

(Tevhid ve adlı sorulduğu zaman buyurdular ki:)

* Tevhid Allah'ı vehmine göre tavsif etmemek, adaletse Allah'ı hikmet ve adalete zıt şeylerle töhmetlememektir.

* Mümin, kardeşlerine karşı ululanmaya, ona güler yüz göstermemeye başladı mı, ondan ayrıldı demektir.

"Gurer'ul-Hikem"den

* Mümin, sevgisi Allah için, nefreti Allah için, alması  Allah için, bırakması Allah için olan kişidir.

* Mümin, insanların ezâsına tahammül eden, fakat hiç kimsenin ondan incinmediği kişidir.

* Beden secdesi, yüzün en şerefli yerlerini toprağa koymak, avuçlarıyla, dizleriyle, ayak parmaklarıyla, gönül alçaklığıyla ve hâlis niyetle toprağa kapanmaktır. Gönül secdesiyse geçici şeyleri gönülden çıkarmak, varlığı yok olmayacak şeylere tam bir himmetle yönelmek, ululuğu ve benliği bırakmak, dünyâ bağlarını kesmek, peygamberlik huylarıyla huylanmaktır.

* Bedenin orucu, irâde ve ihtiyarla azaptan korkup sevaba girmeyi, ecre nâil olmayı dileyerek yemekten kesilmektir. Nefsin orucu, beş duyguyu öbür suçlardan çekmek, kalbi de bütün şer sebeplerinden ayırmaktır. Kalbin orucu, dil orucundan, dilin orucu karnın orucundan hayırlıdır.

* Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, kimseyi delâlete sevk etmez ve Allah kullarına zulmedici değildir.[5]

* Kur'ân'ın helâl ettiğini haram sayan kişi inanmamıştır.

* Şu Kur'an'la düşüp kalkan  hiçbir kimse yoktur ki bir fazlalığa ermesin, yahut noksana düşmesin. Ona uyarsa hidâyette ileri gider, uymazsa körlükle noksana düşer.

* Takıyyesi olmayanın dini de yoktur.[6]

* Size beş vasiyet ediyorum ki, develere binip seferlere düşseniz de onları elde etseniz değer mi değer:

* Hiç biriniz rabbinizden başkasından birşey ummasın; günâhından başka bir şeyden korkmasın. Hiç biriniz kendisinden bilmediği bir şey sorulunca bilmiyorum demekten utanmasın. Hiç bir kimse bilmediği bir şeyi  öğrenmekten çekinmesin. Sabredin, çünkü sabır imana nispetle cesetteki baş gibidir. Başı olmayan bedende hayır yoktur. Sabır olmadıkça da imandan hayır gelmez.


* (Rasûlullah Sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem'in defni ânında buyurdular ki:)

Sabır güzeldir, fakat sana karşı değil. Ağlayıp sızlanmak kötüdür, fakat sana değil. Senin musibetine uğramak pek büyük bir şey. Bundan önce uğradığımız musibetler de bir şey değil, bundan sonra uğrayacaklarımız da.

* Bizim hakkımız haktır; verirlerse alırız; vermezlerse yol uzasa bile develere biner, yürür gideriz.

* (Şam yolunda Anbar köylüleri Hazretin ardında yaya gitmeye başladıkları vakit, Bu yaptığınız nedir diye sordular. Köylüler, biz dediler, uyruk sâhiplerimizi böyle ulularız; âdetimiz budur bizim. Hazret buyurdular ki.)

Allah'a andolsun, bu bir iş ki bununla buyruk sâhibi olanlarınız faydalanmaz; sizse dünyâda bu işi yapmakla kendinizi meşakkate sokmadasınız; âhirette de azâba uğratmadasınız. Ne kötü meşakkattir, ne olmaz zahmettir o ki, sonunda azap var. Ne hoş rahatlıktır o ki, onunla âhirette ateşten esenlik var.

* Şu kılıcımla, bana buğzetmesi için müminin beynine vursam bile gene bana buğzedemez. Beni sevmesi için bütün dünyâyı münafığın önüne döküp sersem gene beni sevemez. Bu, Ümmi Peygamber'in, Allah'ın salevâtı O'na ve soyuna olsun, dilinden çıkan ve takdire uyan bir sözün özüdür ki buyurmuştur: Yâ Ali, mümin sana buğzetmez, münâfık seni sevmez.[1]

(Kendilerini haddinden fazla öven birisine buyurdular ki:)

* Ben dediğinden aşağıyım, gönlünde gizlediğinden üstünüm.

(Bir toplumun, kendilerini, yüzlerine karşı övdükle-rini duyunca buyurdular ki:)

* Allah'ım, benim ne olduğumu benden daha iyi bilirsin sen. Ben de kendimi onlardan daha iyi bilirim. Allah'ım, onların sandıklarından daha hayırlı et bizi, bilmedikleri suçlarımızı da bağışla.

* Biz orta yolu tutanlarız. Geride kalan gelir, bize ulaşır; ileri giden döner, bize kavuşur.

(Kendini nasıl buluyorsun  yâ Emir'el-Müminin diye soran birisine buyurdular ki:)

* Varlığını yok olmakta, sıhhatini hastalık kavramakta, emin olduğu yerden musibetlere çatmakta olan kişinin hâli nice olur ki?

* Benim yüzümden iki kişi helâk olmuştur: Sevip hakkımda ileri giden, sevmeyip aleyhimde bulunan.

(Kendilerine Kureyş'ten sorulunca buyurdular ki:)

* Mahzumoğulları Kureyş'in gülleridir; erlerinin sözlerini duymayı, kadınlarıyla nikâhlanmayı seversin. Abdü Şems-oğulları (Ümeyyeoğulları), rey bakımından en uzak, arkalarını korumakta, ihtiyatla hareket etmekte en ileri varanlarıdır. Bizse elimizde olanı ihsan ederiz; ölüm çağında canlarımızı cömertçe veririz. Onlar çokluktur; düzencidir, çetin huyludur; bizse sözde daha fasih, öğüt vermede daha ileri güler yüzlülükte daha üstünüz.

* Gerçeği gördüğüm andan beri gerçek hakkında şüpheye düşmedim ben.

* Şaşarım şu işe: Hilâfet Rasûlullah'la sohbet yüzünden tahakkuk ediyor da sohbet ve yakınlık yüzünden tahakkuk etmiyor.

* Yalan söylemedim; bana da yalan söylenmedi; sapıklığa düşmedin, kimse de benim yüzümden sapıklığa düşmedi.

* Ben müminlerin emiriyim, onlar bana uyarlar; malsa kötü kişilerin emiridir; onlar da ona uyarlar.[2]

Gurer'ul- Hikem'den

* Sakının bizim hakkımızda ileri inanca sapmaktan; biz kullarız, yaratılmışız; buna inanın; sonra bizim hakkımızda, üstünlüğümüz hakkında dilediğiniz inancı güdün (Ancak Tanrılık, Peygamberlik müstesnâ).

* İnsanların körlükte en ileri gideni sevgimize, üstünlüğümüze göz yumanı, suçsuz olduğumuz halde bizi düşman olanıdır; biz onu gerçeğe çağırırız, oysa bizi fitneye çağırır, dünyâya çağırır; bize düşman olur, düşmanlık güder. İnsanların en kutlusu da üstünlüğünüzü bileni, bizimle Allah'a tevessül edeni, sevgimizde ihlâs sâhibi olanı, çağırdığımıza uyanı, nehyettiğimizi terk edendir. Bu çeşit kişi bizdendir ve ebedilik yurdunda bizimledir.[3]

* İyiliklerin en üstünü, en iyisi bizi sevmek, kötülüklerin en kötüsü de bize buğzetmektir.

* Bizim en çok sevdiğimiz kişi, bizi seveni seven, bize düşman olana düşman olandır.

* Allah'ın salâtı O'na ve soyuna olsun, Muhammed'in gerçek dostu, isterse soyu ona ulaşmasın, Allah'a en fazla itâat edenidir. Allah'ın salâtı O'na ve soyuna olsun, Muhammed'in düşmanı da, isterse soyu ona ulaşsın, yakın olsun, Allah'a isyân edendir.

* Gerçekten de Allah'tan başka yoktur tapacak sözünün şartları vardır; ben ve zürriyyetim, onun şartlarındanız.

* Gerçekten de yüce Allah, yeryüzünde bizi seçti, bize de yardım etmek, ferahlığımızla ferahlanmak, hüznümüzle hüzünlenmek, canlarını, mallarını yolumuza vermek için Şiamızı seçti; onlar bizdendir, bize gelirler, cennette de bizimledir onlar.[4]

* Bizim işimiz gerçekten de çetindir; çetinleştirilmiştir; pek serttir, sertleştirilmiştir; gizlenmiştir, perde ardına alınmıştır, ona, Allah'a yakın melek, yahut gönderilmiş peygamber, yahut da noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah tarafından gönlü îmanla sınanmış inanan kişi tahammül edebilir.

* Sorun beni yitirmeden; çünkü andolsun Allah'a, Kur'an'da hiç bir âyet yoktur ki niçin ve kimin hakkında indi, nerede indi, düzlükte mi, dağlıkta mı, hepsini de en iyi bilenim ben. Gerçekten de rabbim bana, anlayan bir akıl, söyleyen bir dil ihsan etmiştir.

* Perde kaldırılırsa bile yakıynim artmaz benim.

* Bize sarılan, bize ulaşır; bizden ayrılan, geri kalır, helâk olur; emrimize uyan, öne geçer, kutluluğa erer; bizim gemimizden başka bir gemiye binen boğulur gider.[5]

* Kim bizi gönlüyle sever, diliyle bizimle olur, kılıcıyla düşmanımızla savaşırsa o, cennette bizimle, bizim derecemizdedir. Kim gönlüyle bizi sever, diliyle bize yardım eder, fakat eliyle bize yardım etmez, düşmanımızla savaşmazsa; cennette bizimledir, fakat bizim derecemizden aşağı bir derecededir.

* Bildiğim, tanıdığım andan beri hakkı inkâr etmedim. Bana gösterildiği andan beri hakta şüpheye düşmedim, yalan söylemedim. Kimse de benim yalan söylediğimi söylemedi. Ben ne yolumu sapıttım, ne de benim yüzümden biri yolunu sapıttı.

* Biz hakka çağıranlarız; halkın imâmlarıyız: Gerçek dilleriyiz. Kim bize itâat ederse kurtuluşa erer. kim bize isyân ederse helâk olur gider.

Biz Hıtta'nın kapısıyız. O kapı selâmet kapısıdır. Kim girerse esen kalır, kurtulur; kim muhâlefet ederse helâk olur.[6]

* Biziz Allah kullarına, onun eminleri, şehirleri hakkı yüceltenler; dost bizimle kurtulur, düşmanlık eden bizim yüzümüzden helâk olur.

* Biziz peygamberlik ağacı, vahyinin indiği yer, meleklerin gelip gittiği mahal, hikmetlerin kaynakları, ilmin mâdenleri.

* Biziz Rasûl-i Ekrem'in elbisesi, onun dostları, ona hizmette bulunanlar, ona varılacak kapılar. Evlere ancak o kapılardan girilir; kapılardan başka yerden girenler hırsızdır; cezâya çarpılır.[7]

* Heyhât, eğer Allah'tan çekinmeseydim Arabın dâhîsi olurdum ben.

* Andolsun ki, Allah'ın salâtı O'na ve soyuna olsun, Rasûlullah'ın ashabından olup, ondan duyduklarını unutmayanlar, bilirler, ben bir an bile ne noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'ın emrini reddettim, ne Rasûlü'nün emrini. Allah'ın bana lütfettiği erlikle yiğitlerin durakladıkları, ayakların geriye çekildiği yerlerde canımla, başımla onu korudum. Allah'ın salâtı O'na ve soyuna olsun, elimden geldiği kadar canımı ona fedâ ettim; bütün gücümle düşmanlarıyla savaştım, nefsimle onu korudum; o da benden başka kimseye nasip olmayan ilmini bana lütfetti.

Allah'ın salâtı O'na ve soyuna olsun, Rasûlullah vefât ettiği zaman başı göğsündeydi, ağzının yârı avcıma aktı, onu yüzüme sürdüm. Allah'ın salâtı O'na ve soyuna olsun, onu yıkamaya koyuldum; melekler yardımcılarımdı. Ev halkı ve civârı feryatla dolmuştu. Meleklerin bir kısmı inmedeydi, bir kısmı çıkmadaydı.

Sesleri hâlâ kulaklarımdadır; ona salavât getiriyorlardı, bu, onu kabrine yerleştirinceye dek sürdü gitti. Hayâtında da, memâtında da ona benden yakın kimdir ki?

* Haktan ve hak ehlinden ayrılma; ayağın sürçmesin, çünkü biz Ehlibeyti bırakıp başkasına sarılan helâk olur, dünyâsını da yitirir, âhiretini de.

(Eimme-i Hûdâyı (s.a.a) anlatırlarken buyurmuşlar-dır ki:)

* Bilgileri iman gerçekliğiyledir. Yakıyn ruhuyla yakıyne ermişlerdir. Nimete erenlerin güç bulduklarını onlar kolay sayarlar; bilgisizlerin kaçtıkları, hoşlanmadıkları şeylerle huylanırlar. Ruhlarıyla en yüce yerdeyken dünyâ ehliyle, bedenleriyle konuşur görüşürler. Onlar yeryüzünde Allah halifeleridir; onun dinine halkı çağıranlardır. Âh âh onları görmeyi ne de özlemişimdir.

Onlardır îmânın direkleri, halkın Allah'a vesîleleri. Hak onlarla aslına erer; batıl onlarla sökülür gider; dili kesilir, susar. Dini korumak ona riâyet etmek husûsunda sıkı davranırlar. Bu husûsi sımsıkı tutarlar. Hem de duyup rivâyet etmek yoluyla değil. Allah'ın salâtı O'na ve soyuna olsun, Rasûlullah'ın sırrının mahremi onlardır; emrini koruyanlar, bilgisine sâhip olanlar, hükmünü yerine getirenler, kitaplarını hıfzedenler, dininin dağları onlardır.

Dinin gözüdür, yüzüdür onlar. Rahmân'ın hazineleridir onlar. Söylerlerse gerçek söz söylerler; susarlarsa başkaları sözlerine söz katamaz. Onlardır dînin esası, yakıynin direği. İleri giden, dönüp onlara gelir; geri kalan varır onlara ulaşır.

Onlardır karanlıkların ışıkları, hikmetlerin kaynakları, ilmin mâdenleri, hilmin karar ettiği yerler. Onlardır ilmin yaşayışı, bilgisizliğin ölümü. Hilimleri ilimlerinden haber verir size; susmaları, sözlerini anlatır size. Hakka aykırı hareket etmezler ve hakta ayrılığa düşmezler. Hak, susarlarsa da onlardadır, söylerlerse de, gerçek tanık olurlarsa da.

* Tohumu yarıp bitirene, bedeni halkedene andolsun; bir toplum çıkacak ki önceden Muhammed (s.a.a), nasıl Kur'ân'ın tenzili için savaştıysa, o toplum da te'vili için başlarınıza vuracak ve bu, size Rahmân'ın hükmüdür, âhır zamanda olacak.[8]

 


* Dünyâ bir topluma teveccüh etti mi başkalarının iyiliklerini, güzelliklerini eğreti olarak onlara verir; bir toplumdan da yüz çevirdi mi kendilerindeki iyilikleri, güzellikleri de onlardan gidiverir.

* Dünyadakiler, uykuda yol alan kervan ehline benzerler.

* Zaman bedenleri yıpratır, dilekleri tâzeler, ölümü yakınlaştırır; umulanı uzaklaştırır, kim ona dost olur, onu elde ederse zahmete düşer, kim onu yitirirse yorulur, darlığa uğrar.

* İnsanların solukları ecellerine doğru attıkları adımlarıdır.

* Zamanı ve zamanındakileri düzgünlük, iyilik kavradı mı bir insan, kendisinden kötü bir şey görünmeyen birisi hakkında kötü zanna düşerse zulmetmiş olur. Zamanı zamanındakileri kötülük kavradı mı bir insan, birisi hakkında iyi bir zanda bulunursa kendisini aldatmış olur.

* Dünyâ görünüşü yumuşak olan, içinde öldürücü zehir bulunan bir yılana benzer. Aldanan bilgisiz ona meyleder, akıllı kişiyse ondan çekinir.

* Zaman ikidir; Ya sana yâr olur, ya aleyhine döner. Yâr oldu mu, aldanıp gaflete düşme; aleyhine döndü mü de dayan.

(Bir cenâzede gülen birisini duyunca buyurdular ki.)

* Sanki ölüm, bizden başkalarına yazılmış, sanki bu gerçek, bizden başkasına hükmedilmiş. Sanki görüş durduğumuz şu ölüler, bir yere gidiyorlar ki tez  bir zamanda dönüp tekrar gelecekler bize. Onları kabirlerine götürmedeyiz; miraslarını yemedeyiz. Sanki bizler onlardan sonra kalacaklarmışız. Her öğüdü unutmuşuz, her âfeti ardımıza atmışız. Bizi kökümüzden  çıkaracak her belâya göz yummuşuz.

Ne mutlu kendisini alçaltana, kazancını tertemiz bir hâle koyana, özünü düzgün bir hâle getirene, huyunu güzelleştirene, malının fazlasını yoksullara verene, ağzını beyhude sözlerden yumana, şerrini insanlardan giderene; kendisine sünnet ağır gelmeyene, bidate mensup sayılmayana.

* Şaşarım nekese ki korktuğu yoksulluğa doğru koşup durur; arayıp istediği zenginlik, elinden yiter geder. Dünyâda yoksullar gibi yaşar âhiretteyse zenginlerin sorusuyla soruya çekilir.

Şaşarım o gülen, benliğe düşen kişiye ki, dün bir meni parçasıydı, yarın bir leş olacak.

Şaşarım Allah'ın varlığından şüpheye düşene ki Allah'ın halkını görüp durur. Şaşarım Allah'ın varlığından şüphe edene ki ölenleri gözleriyle görür. Şaşarım âhiret yaşayışını, tekrar dirilişi inkâr edene ki ilk yaratılışı görür, bilir. Şaşarım yokluk yurdunu yapıp durana ki varlık yurdunu terk eder gider.

(Sıffin'den dönerlerken Kûfe dışındaki mezarlığa gelince buyurdular ki:)

* Ey yalnızlık diyarının, ıssız yerlerin, karanlık kabirlerin halkı, ey toprağa döşenmiş, gurbete düşmüş, yalnızlığa eş olmuş, korkunç ve tenhâ yerlere sığınmış kişiler, siz bizden önce yaşadınız, gittiniz; bizse ardınıza düştük, size ulaşmak üzereyiz. Bıraktığınız evlerde oturanlar var; zevcelerinizi nikâhladılar; mallarınızı paylaştılar. Bu bizim size verdiğimiz haber, sizden ne haber var?

(Sonra ashabına dönerek buyurdular ki:)

Söz söylemelerine izin verilseydi size elbette haber verirler, derlerdi ki: Gerçekten de en hayırlı azık takvâdır.[1]

* Allah'ın bir meleği vardır, her gün bağırır; doğun ölüm için. Toplayın yok olmak için, yapın yıkılmak için.[2]

* Dünya karar edilecek yurda geçittir; insanlarsa orda iki bölüktür: Bir bölüğü kendilerini satar; helâk eder dünyâ onları. Bir bölüğü canlarını kurtarır; azâd eder dünyâ onları.

* Zamanın değişmesi insanların özlerindekini bildirir.

* İnsanlar, dünyanın oğullarıdır. İnsan anasını severse kınanmaz.

* Yoksul Âdemoğlu, eceli ne vakit gelip çatacak, bilmez. Ne illetlere uğrayacak, haberi bile olmaz. Yaptığı işler unutulmaz. Sivrisinek ısırsa canı yanar; boğazında su dursa onu boğar; terlese pis pis kokar.

* Dünyâ başkaları için yaratılmıştır, kendi için değil.

(Birisini dünyayı kınarken, yererken duyup buyurdular ki:)

* Ey dünyânın aldayışlarına kapılan, uyduruşlarına aldanan, dünyâya kapılıyor, sonra da onu yermeye mi girişiyorsun? Sen mi dünyâyı suçlamadasın; dünyâ mı seni suçlamada? Ne vakit dünyâ seni şaşırttı, ne vakit aldattı? Toprağa atıp çürüttüğü babalarının helâk oldukları yerlere mi aldattı seni; yoksa yer altına attığı analarının yarattığı yerlerle mi kandırdı seni?

Ne kadar çalıştın onlardan derdi, hastalığı gidermeye. Ne kadar uğraştın onları tedâvi ettirmeye. Onların iyileşmelerini diledin; onları iyileştirmek için hekimlere baş vurdun. Bu esirgemelerin onların hiç birine fayda etmedi. Onların devâsını aradın; çâresi olmadı; gücünle kuvvetinle ölümü gideremedin onlardan.

Dünyâ onlara ettiği işle, sana örnek verdi; öldükleri yerle öleceğini gösterdi. Oysa dünyâ, sözünü gerçekleyene gerçeklik yurdudur; sözünü anlayana kurtuluş evidir. Ondan azık toplayana zenginlik diyârıdır; öğüdünü tutana öğüt mahallidir.

Dünyâ, Allah dostlarının secde yeridir; Allah meleklerinin namazgâhı. Allah vahyinin indiği yerdir; Allah dostlarının alış veriş yurdudur. Orada rahmet elde edenler; orada kâr edinirler, cenneti kazanırlar. Dünyâ, ölümü açıkça haber verdiği, kendisinden ayrılacağımızı seslenip bildirdiği, kendisinin ve kendinden olanların âkıbetini anlattığı halde, kimdir ki onu kınar, yermeye kalkar?

Dünyâ, belalarıyla belâyı gösterir ehline; sevinciyle onları sevince teşvik eder. İnsan esenlikle dünyâda akşamı eder, musîbetle sabahı bulur. Bu, tâata yöneltmesidir onun; isyândan korkutmasıdır; çekinmeyi telkin etmesidir onun.

Nedâmetle sabahlayanlar kınarlar onu. Kıyâmet günü başkalarıysa överler onu. Çünkü dünyâ onlara âkıbeti anlatmıştır, onlar da anlamışlardır; ne olacağını söylemiştir onlara, gerçeklemişlerdir onu; öğüt vermiştir onlara, tutmuşlardır öğüdünü onun.

* İnsanlara bir zaman gelip çatar ki o zamanda Kur'ân'dan ancak eser ve yazı, İslâm'dan da isim kalır. O gün insanların mescitleri mâmurdur yapı bakımından; haraptır hidâyete mahal olmak bakımından. O gün mescitlerde oturanlar, onları yapanlar, yeryüzünün en kötü kişileridir; fitne onlardan çıkar, suç ve hatâ onlara sığınır. Kim o fitneye girmemek isterse sürüp götürürler, kim geri kalırsa yürütüp alırlar. Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah buyurur ki: Zâtıma andolsun ki ben, o kavme öylesine bir fitne gönderirim ki bilim sâhibi bile şaşırır kalır ve o fitneye dalar. Biz Allah'ın bağışlamasını, gafletle ayağımızı kaydırmamasını dilemekteyiz.[3]

 

Gurer'ul-Hikem'den

* İnsanlar bir tomara çizilmiş sûretlere benzerler. Tomar dürüldükçe bir kısmı yiter, bir kısmı gelir.

* Geceyle gündüz yaşayanların eserlerini gidermek, geçmişlerin izlerini yok etmek için çalışıp duran iki emekçidir.


* Akıllının gönlü, sırrının sandığıdır. Güler yüz, güzel huy dostluk ağıdır; tahammülse ayıpların kabridir.

(İmam Hasan'a (a.s) buyurdular ki.)

* Oğulcuğum, benden dört şey belle, işlediğin zaman sana zarar vermeyecek dört şeyi de aklında tut: Zenginliğin en üstünü akıldır; yoksulluğun en büyüğü ahmaklık. Korkulacak şeylerin en korkuncu kendini beğenmektir; soyun-sopun en yücesi güzel huy. Oğulcuğum, ahmakla eş dost olmaktan sakın; sana fayda vermek isterken zararı dokunur. Nekesle eş dost olmaktan sakın; ona en fazla muhtâç olduğun zaman yardımına koşmaz, oturur. Kötülük edenle eş dost olmaktan sakın; o, pek az bir şeye seni satar gider. Yalancıyla eş dost olmaktan sakın; çünkü o, serâba benzer; uzağı yakın gösterir sana, yakını uzaklaştırır senden.

* Akıllının dili gönlünün ötesindedir; ahmağın gönlüyse dilinin ötesinde.[1]

* Akıl gibi zenginlik, bilgisizlik gibi yoksulluk, edep gibi miras, danışmak gibi arka olamaz.

* Bilgisiz kişiyi, bir işte, bir fikirde ya pek ileri gitmiş görürsün, ya pek geri kalmış.

* Akıl tamamlandı mı söz azalır.

* İşler şüpheli göründü mü, sonunu görerek önü hakkında hüküm vermek gerekir.

* Nerede olursa olsun, hikmeti almaya bak; çünkü hikmet münâfıkın gönlünde, oradan çıkıp ona sâhip olan müminin gönlüne girerek karar edinceye dek sâkin olmaz.

* Hikmet, müminin yitik malıdır; isterse nifak ehlinden olsun, hikmeti al.[2]

* Bilmiyorum demeyi bırakan kişi, öleceği yerden yaralanır gider.

* Bilginin en aşağılığı, dilde olanıdır; en yücesi de insanın uzuvlarında ve işlerinde görünenidir.

* Bir haberi duydunuz mu onun hükmüne uymak suretiyle duyun, belleyin ve rivâyet edin onu; yalnız nakletmek için değil; çünkü bilgiyi rivâyet edenler çoktur; fakat ona riâyet edenler azdır.

* Nice bilgin vardır ki bilgisi olduğu halde ona fayda vermez de bilgisizliği öldürür gider onu.

* Akıldan daha faydalı mal, kendini beğenmekten daha korkunç yalnızlık, tedbir gibi akıl, takvâ gibi kerem, güzel huy gibi eş dost, edep gibi miras, başarı gibi kılavuz, iyi işlerde bulunmak gibi alış-veriş, sevap gibi kâr, şüpheli şeylerde durup çekinmek gibi sakınmak, haramdan kaçınmak gibi zâhitlik, düşünmek gibi bilgi, farzları yerine getirmek gibi ibâdet, utanmak ve sabretmek gibi îman, gönül alçaklığı gibi soy sop, bilgi gibi yücelik, hilim gibi üstünlük, danışmak gibi arka yoktur.

* İktisada riâyet eden yoksulluğa düşmez.

* Hoş geçinmek aklın yarısıdır.

(Kümeyl b. Ziyâd'in-Nahai'nin (r.a) elini tutup şeh-rin dışına çıkardılar. Sahraya varınca  bir ah çektiler de buyurdular ki:)

* Ey Kümeyl, bu gönüller kaplardır; en hayırlı kap da içindekini en iyi koruyanıdır. Benden duyduğun sözü aklında tut. İnsanlar üç kısımdır: Rabb'e mensup bilgin, kurtuluş yolunda bilgi belleyen, bunlardan başkaları pisliğe bulanmış sineklerdir; her seslenen kişiye bilmeden uyan, her yele kapılıp giden kişilerdir. Onlar ne bilgi ışıklarıyla ışıklanmışlardır, ne kuvvetli bir desteğe dayanmışlardır.

Ey Kümeyl, ilim maldan hayırlıdır; ilim seni korur, sense malı korursun. Mal, vermekle azalır, ilim öğretmekle çoğalır. Mal sâhipleri malın zevâliyle zevâl bulup giderler.

Ey Ziyâdoğlu Kümeyl, bilgiyi elde etmek, âdetâ dindir ki Allah'a onunla yol bulunur. İnsan, yaşarken onunla tâat elde eder; ölümünden sonra da iyilikle, hayırla anılır. İlim hâkimdir, malsa hüküm altındadır, mağluptur.

Ey Kümeyl, malları hazinelerde biriktirenler, diriyken ölmüşlerdir; bilginlerse dünyâ durdukça yaşarlar. Kendileri yok olup gitmişlerdir, fakat eserleri yüreklerde mevcuttur. (Göğüslerine işaretle) Burada öylesine derin, öylesine geniş bir bilgi var ki ne olurdu, bunu anlayabilecek biri bulunsaydı. Evet, tez anlar birini buluyorum, fakat emin değilim ondan, din hükümlerini dünyâya âlet edebilir; Allah'ın nimetleriyle Allah kullarına, Allah'ın delilleriyle Allah'ın dostlarına karşı üstünlük dâvâsına girişebilir. Yahut gerçeğe sâhip olanlara boyun eğen, fakat önüne ardına dikkat etmeyen, can gözü açık olmayan, daha başlangıçta şüpheye düşüp gönlünden işkillenen birini bulabiliyorum. Oysa ne buna inanılabilir ne ona. Yahut da dünyâ lezzetine sarılan, hemencecik şehvetlere atılan, yahut da mal mülk toplamaya hırsı olan birini buluyorum; oysa bu ikisi de hiç bir hususta dîne riayet edenlerden değildir. Bu iki bölük, ancak otlayan hayvanlara benzer. İşte ilim, ilim ehlinin ölümüyle böylece ölür gider.

Allah'ım, evet; yeryüzü, Allah için delil ve hüccet olan, onun adına kaaim bulunan birisinden hâlî kalmaz; o, ilmi ve dîni ayakta tutar; ama meydanda olur, bilinir, tanınır, yahut hikmete mebnî korkar görünür, gizlenir. Allah'ın hüccetlerinin, Allah'ın apaçık delillerinin batıl olmaması için hüküm budur, böyledir. Ama bu, niceye bir böyle sürür gider? Andolsun Allah'a ki onların sayıları azdır. Allah katında dereceleri pek büyüktür. Allah delillerini, onlara bezeyenlere ısmarlayıncaya, kendi benzerlerinin gönüllerine verinceye dek onlarla korur. Allah onların can gözlerini açar, bilgiyi onlara sunar; onlar da yakin ruhuyla kuvvetlenirler; güçlükleri kolay görürler, bilgisizlerin kaçındıkları, hoş görmedikleri şeyler hoş görünür onlara; canları yüceler yücesi olan yakınlık duraklarında olduğu halde bedenleriyle dünyâ ehlinden görünürler, onlarla görüşüp konuşurlar. İşte bunlardır Allah'ın halîfeleri, yarattığı yer yüzünde. Bunlardır halkı dînine çağıranlar. Âh, âh, ne de özlerim onları görmeyi. Ey Kumeyl, istersen dön, git artık.[3]

* Kendi bildiğine göre danışmadan iş gören, helâk olur gider; insanlarla danışansa onların akıllarına eş olur.

* İnsanlar, bilmedikleri şeylere  düşmandırlar.

* İnsanın kendini beğenmesi, aklına haset eden bir sıfattır.

* Yüce kişinin en iyi huylarından biri bildiğini bilmezlikten gelmesidir.

(Akıllı kimdir, anlat denince buyurdular ki:)

* Her şeyi lâyık olduğu yere koyandır. (Câhili anlat dediler; buyurdular ki:) anlattım ya.

* Öfke delilikten bir kısımdır. Çünkü sâhibi nâdim olur; nâdim olmuyorsa deliliği adamakıllı pekişmiş demektir.

* Hikmet sâhibi kişilerin sözleri doğruysa devâdır, yanlışsa hastalık.

* Bilginizi bilgisizlik, yakininizi şüphe hâline getirmeyin. Bildiniz mi amel edin; yakıyne erdiniz mi ayak direyin.

* Allah bir kulu alçalttı mı, ona bilgi başarısını men eder.

* Ahmakla eş dost olma; kendi yaptığını sana güzel gösterir, seni de kendine benzetmek ister.

* İbret alınacak şeyler ne de çok, ibret alanlarsa ne az.

* İlim ikidir: Yaratılıştan olan, duyup bellenen. Duyulup bellenen bilgi, yaratılışta bilgi kabiliyeti yoksa fayda vermez.

* İlim amelle eşittir; bilen amel eder. İlim, amelle seslenin; amel cevap verirse ne âlâ, cevap vermedi mi ilim de göçer gider.

(Câbir b. Abdullah-i Ansârî'ye buyurdular ki:)

* Yâ Câbir, dünyâ dört şey üstünde durur: Bilgisiyle amel eden, halka da öğreten bilgin; öğrenmekten utanmayan, çekinmeyen bilgisiz, varlığında nekeslikte bulunmayan cömert, âhiretini dünyâsına satmayan yoksul. Bilgin, bilgisini yitirirse, bilgisiz de öğrenmekten çekinir. Zengin, malında nekeslik ederse yoksul da âhiretini dünyâsına satar.

Yâ Câbir, kime Allah'ın nimetleri çok gelir, kimin malı fazlalaşırsa insanların ona ihtiyacı artar; kim, Allah'ın verdiği nimetlerde kendisine vâcip olanı yerine getirirse o nimetlerin devâmına, sebep olur; kim, vâcip olanı ifâ etmezse o malı mülkü zevâle atmış, yok etmeye başlamıştır.[4]

* Seni azgınlık, yolundan alıkor, doğru yola sevk ederse bu, aklına delâlet eder, akıllı olduğuna delil olarak bu yeter sana.

* Nice kişiler vardır ki haklarında güzel sözler söyleyen kişilerin sözlerine kanarlar, aldanırlar.

* Hüküm verişte susmakta hayır olmadığı gibi bilgisiz söz söylemekte de hayır yoktur.

* İki haris vardır ki doymaz da doymaz: Bilgi isteyen, dünyâ dileyen.

* Her kaba bir şey koyunca daralır; ancak bilgi kabı müstesnâ. Ona bilgi kondukça genişler.

 


 

Gurer'ul-Hikem'den

* Âlim ölü olsa bile diridir. câhil diri olsa bile ölü.

* Bilgi, tükenmeyen bir hazinedir; akıl, eskimeyen, yıpranmayan bir elbise.

* Bilgin, kadrini bilen kişidir; bilgisiz, yaptığını bilmeyen kişidir. Akıllı, ameline dayanır, câhil, emeline dayanır. Bilgin, kalbiyle, gönlüyle bakar görür; câhil, gözüyle bakar görür.

* Akıl gurbette yakın bulmaktır; ahmaklık vatanda gurbete düşmektir.

* Cahiller çoğalınca bilginler garip olurlar.

* Hilim hikmetin meyvesidir; gerçekse dalları, budaklarıdır.

* Allah rahmet etsin kadrini bilene, haddini aşmayana.

* Bilgin kişinin rütbesi, rütbelerin en yücesidir.

* Bilgin kişinin bilgisinden dolayı şükrü, bilgisiyle amel etmesi ve o bilgiyi, müstahak olana belletmesidir.

* İki şey vardır ki sonu bulunmaz; Bilgi, akıl.

* Akıllının zannı, câhilin yakininden daha doğrudur.

* Şer işle hayır dileyenin aklı da bozulmuştur, duygusu da.

* Az ilmi olup da onunla amel eden, çok ilmi olup da amel etmeyenden hayırlıdır.

* Ölç, biç, sonra kes; düşün, taşın, sonra söyle; anla, bil, sonra yap.

* Kendini bilmeyen, başkasını nasıl bilir?

* Ya söyleyen, işrâd eden bilgin ol, ya dinleyen, belleyen kesil; üçüncüsü olmaktan sakın.

* Kişinin gönderdiği elçi, aklının tercemânıdır; mektubuysa sözden daha anlatışlıdır.

* Seni ıslâh etmeyen bilgi, sapıklıktır; sana faydası olmayan mal, vebâldir.

* Câhil dostundan ziyâde akıllı düşmanına güven.

* Görmek yalnız gözle olmaz; görüşler, görenleri aldatabilir.

* Kullar, bilmedikleri şeylerde duraklasalardı ne kâfir olurlardı, ne dalâlete düşerlerdi.

* Kendini bilen rabbini bilir.[5]

* İnsanın, kendisindeki noksanı bilip anlaması, olgunluktan ve ileri üstünlüğündendir.

* Renkten renge giriş, inançtan inanca geçiş, ahmağın alâmetlerindendir.

* Bilgiyle dirilen ölmez.

* Bilgiyi, ehil olmayana veren, bilgiye zulmetmiştir.

* Söyleyene bakma, söylenene bak.

* Kendi reyinle hareket etme; kendi reyine uyan, helâk olur gider.


* Tamaha yapışan kendini alçaltır. Zarara düştüğünü açıklayan alçalmaya razı olur. Dilini kendisine buyruk sâhibi eden, diline geleni söyleyen, kendisine zarar verir.

* Nekeslik ayıptır; korkaklık noksan. Yoksulluk, delil getirmede aklı dilsiz eder; yokluğa düşen, şehirde garip olur gider. Âciz kalmak âfettir; sabır yiğitlik. Çekinmek zenginliktir; sakınmak kalkan.

* Allah'a razı olmak ne güzel eş dosttur; bilgisiyle büyük bir miras. Edeplere riâyet, boyuna yenilenen elbisedir, düşünceyse saf bir ayna.

* Uzaklaşmak ayıpları örter. Yaptığı işi beğenen kişiyi kınayan çok olur.

* İnsanlarla öyle geçinin ki öldünüz mü ağlasınlar size; sağ kaldınız mı sevgiyle çağrışsınlar sizin için.

* İnsanların en âcizi, insanlardan kardeş edinemeyenidir; ondan daha âcziyse kardeş edindikten sonra onu yitirenidir.

* En yakını yitiren, en uzağı da yardımcı olarak bulamaz.

* Dileğine uyup koşan, eceline kavuşur.

* Korku ümitsizliğe eş olmuştur; utanç mahrûmiyete. Fırsat bulut gibi geçip gider; hayırlı fırsatları elde etmeye çalışın.

* Ettiği iş ağır olan kişinin soyu boyu da onunla tezce yürüyemez.

* Büyük günahların kefâreti, zulme düşenlere yardım etmek, acze düşenleri ferahlandırmaktır.

* Zâhitliğin en üstünü, zâhitliği gizlemektir.

* Hayrı yapan, hayırdan da hayırlıdır; şer işleyense şerden de kötüdür.

* Cömert ol, nekeslikte ileri gitme; saygılı ve sıralı ver, ihsan ederken, vermemişe de dönme.

* Zenginliğin en yücesi dilekleri terk etmektir.

* Halka istemediği, hoşlanmadığı şeyleri söyleyen kişi hakkında halk da, bilmediği şeyleri söyler.

* Kimin dileği uzar giderse kötü işleri de çoğalır gider.

* Seni gama, gussaya sokan kötülük, Allah katında sana benlik veren iyilikten daha hayırlıdır.

* İnsanın değeri, himmetincedir; gerçekliği, adamlığıncadır, erliği, yaptığı kötülükten utancı kadardır; temizliği ve nâmusu da kıskançlığı derecesindedir.

* Üst olmak, ihtiyâta riâyetle olur. İhtiyata riâyet, düşü-nüp taşınmakla mümkündür, düşünüp taşınmak da sırları gizlemekle olur.

* Yüce kişinin aç kalınca, aşağılık kişinin, karnı doyunca saldırısından korkun.

* İnsanların gönülleri ürkektir; kim onları elde ederse ona alışırlar.

* Devlet sana yâr oldukça ayıbın gizli kalır.

* İnsanların en fazla bağışlaması gerekeni, cezâ vermeye en fazla gücü yetenidir.

* Cömertlik, istemeden vermektir. İstendikten sonra vermekse utançtandır ve kötüdür.

* Sabır ikidir: İstemediğin, hoşlanmadığın şeye sabretmek; sevdiğin, dilediğin şeye sabretmek.

* Zenginlik gurbette yurttur; yoksulluk yurtta gurbet.

* Zanaat tükenmez maldır.

* Mal, isteklerin temelidir.

* Seni çekindiren kişi, sana  müjde verene benzer, ona eşittir.

* Dil yırtıcıdır; yuları bırakıldı mı salar, parçalar.

* Dostları yitirmek, gurbete düşmektir.

* İhtiyacı olan şeyi elde edememek, ehli olmayandan istemekten ehvendir.

* Kim bir işte halka, öncü olursa, başkasını terbiyeye kalkmadan kendisini terbiye etmeli; bu terbiye de diliyle öğüt vermeden önce huyuyla öğüt vermek sûretiyle olmalı. Nefsine muallim olup kendini terbiye eden kişi, insanlara muallimlik edip onları terbiye edenden daha fazla ululanmaya değer.

* Her sayılı şey biter; her beklenen gelip çatar.

* İhtiyarın reyini, gencin yiğitliğinden çok severdim.

* Tövbe etmek elindeyken ümidini kesene şaşarım.

* İnsanda bir et parçası vardır ki bedenine bir damarla bağlanmıştır. Bu da kalptir ve pek şaşılacak bir uzuvdur bu. Onun hikmete ait şeyleri ve bunlara aykırı zıt şeyleri vardır. Ümide kapıldı mı tamah alçaltır onu. Tamah onu heyecana düşürdü mü hırs helâk eder onu. Ümitsizlik ona sâhip oldu mu keder öldürür onu. Kızgınlık onu kavradı mı öfke de kavrar onu. Hoşnût oldu mu korunmayı unutur gider. Korkuya kapılınca korunmaya başlar. Esenleştiğini sanınca gaflete düşer. Bir musibete uğradı mı kararsız bir hâle gelir. Bir mal buldu mu zenginlik azdırır onu. Yoksulluk onu ısırdı mı belâ kavrar onu. Açlığa düşünce zayıflık çökertir; fazla doyunca da mîde dolgunluğu rahatsızlığa uğratır onu. Her hususta geri kalış zarar verir ona; her işte ileri gidiş bozguna düşürür onu.

* Noksan sıfatlardan münezzeh Allah'ın emri, rüşvet almayan, aşağılanmayın, tamah yoluna gitmeyen kişiyle doğrulur, yerine gelir.

* İki iş arasında ne kadar da uzaklık var; İş var, tadı gider, vebâli kalır; iş var, zahmeti geçer, sevâbı kalır.

* Dost, kardeşini üç halde korumadıkça tam dost olamaz; Düşkünlüğünde, kendisi bulunmadığı vakit, ölümün-den sonra. Dört şey verilene dört şey harâm olmaz: Duâya koyulan icâbetten, tövbeye başarı ihsan edilen kabûlden, istiğfara yöneltilen bağışlanmaktan, şükretmeye fırsat ilhâm edilen, nimetin ziyâde olmasından mahrûm kalmaz. Bunu da Allah'ın Kitabı gerçeklemektedir. Yüce ve Ulu Allah buyurur ki "Dua edin, icâbet edeyim size." 40, Mü'min, 60) "Kötülük eden, yahut nefsine zulümde bulunan, sonra istiğfar ederse Allah'a, Allah'ı suçları örtücü ve inananlara acıyıcı olarak bulur." 4, Nisâ, 110) Şükür hakkında da "Şükrederseniz nimeti çoğaltarım size" buyurmuştur. (14, İbrâhim, 7) Tövbe hakkında da "Tövbe, ancak bilgisizlikle kötülük edip sonra hemen tövbe edenlerden kabûl edilir. Onlardır Allah'ın, tövbelerini kabûl ettiği kişiler ve Allah herşeyi bilir, hüküm ve hikmet sâhibidir" buyurmuştur. (4, Nisâ, 17).

* Dert ve gam ihtiyarlığın yarısıdır.

* İnsan, dilinin altında gizlidir.

* Kadrini bilmeyen kişi helâk olur gider.

(Birisi, kendisine öğüt vermesini isteyince buyurdular ki:)

* Amelsiz âhireti dileyenlerden, olmayacak ümitler besleyip tövbe etmeyi isteyenlerden olma. Hani kişi vardır, dünyâda zâhitlerin sözlerini söyler, dünyâya rağbet edenlerin işlerini işler. Dünyânın malından mülkünden verilse doymaz; verilmese kanmaz. Verilenin şükründen âciz olur; verilmeyenin fazlasını ister durur. Halkı kötülükten men eder, fakat kendisi kötülükten kaçınmaz; emreder, kendisi emre uymaz. Temiz kişileri sever, işlediklerini işlemez. Suçluları sevmez, oysa ki onlardan biridir o. Günahlarının çokluğundan ölümden çekinir, ürker; ölümden kendisini ürküten şeyi yapmakta ısrar eder. Hastalanırsa nedâmete düşer; iyileşirse nedâmeti unutur gider. Âfiyet buldu, nimet elde etti mi mağrur olur; belâya uğradı mı ümidini keser, perişanlığa sataşır. Belâya düşerse âciz olur, duâya koyulur; ferahlığa erişirse kendine güvenir, aczini unutur, zannına uyar, aldanır; gerçek bildiğine kanmaz, kalakalır. Kendi suçundan az suç işleyenin âkıbetinden korkar; kendisineyse yaptığı iyilikten fazlasını ister umar. Kimseye ihtiyacı olmazsa böbürlenir, fitnelere kapılır; ihtiyaca düşünce ümit keser, yayılır. Kulluk ederse gevşek davranır; isteğe, özleme kapılırsa isyânı öne alır, peşinden gider; tövbeyi geriye atar; bir mihnete uğrasa da din hükümlerinden dışarı çıkar. Başkalarına ibretler gösterir; örnekler getirir, kendisi ibret almaz. Öğüt verir de verir, kendisi öğüt tutmaz. Sözle kılavuzluk eder, ameldeyse herkesten geri kalır. Geçici nimeti elde etmekte ileridir; kalacak nimetleri elde etmekte geri. Suçu, isyânı ganimet sayar, ganimeti ziyân sanır. Ölümden korkar, ama fırsatı  yitirir gider. Başkasının az suçunu kendi yaptığı suça nispetle çok görür; başkalarının az gördüğü kulluğu kendi kulluğuna nispetle az bulur. İnsanları kınar durur, kendisineyse dalkavuklukta bulunur. Zenginlerle oyuna dalmak, onca yoksullarla Allah'ı anmaktan daha sevimlidir. Kendisince başkaları aleyhine hükmeder; başkalarının iyiliğine bakıp kendi kötülüğünü görerek kendisini mahkûm etmez. Başkalarını doğru yola sevk etmeye uğraşır; nefsiniyse azgınlığa atmaya savaşır. Ona itâat edilir; oysa isyân eder. Ona vefâ gösterilir; o vefâ etmez. Allah için Allah yolunda korkmaz da halktan korkar, çekinir; fakat hakla muâmelede Allah'tan korkmaz, korku nedir, aklına bile gelmez.[1]

* Herkes için tatlı, acı bir son vardır.

* Her gelip çatan dönüp gider; her dönüp giden gelmemişe, olmamışa döner.

* Zaman uzasa, sonu gecikse bile sabreden, mutlaka zafer ulaşır.

* Bir toplumun yaptığına razı olan, onlardan sayılır. Onlardan sayılan her kişinin de iki suçu vardır: O işi işlemek suçu, o işe razı olmak suçu.

* Birbirine aykırı olarak çağrılan iki yolun biri, mutlaka sapıklık yoludur.

* Her zulme başlayan, yarın pişman olur, elini ısırır, kemirir.

* Töhmetlenecek yere varan kişi, hakkında kötü zanna düşeni kınamasın.

* Yoksulluk en büyük ölümdür.

* Kendini beğenmek ilerlemeye engel olur.

* Gözleri görene sabah ışımıştır.

* Büyüklük, ululuk, gönül genişliğiyle, tahammülle mümkündür.

* Kötülükte bulunanları iyilik edene mükâfat vererek payla, yola getir.

* Kötülüğü, şerri kendi gönlünden çıkarmak suretiyle, başkalarının gönüllerinden sök çıkar.

* Tamah ebedi köleliktir.

* İleri gidişin meyvesi nedâmettir. İhtiyatın meyvesi selâmet.

* Hikmetle hüküm vermek hususunda susmakta hayır olmadığı gibi bilgisizlikle söz söylemekte de hayır yoktur.

* Ey âdemoğlu, ihtiyacından fazla kazandığın şeyi başkası için biriktirmedesin.

* Cömertlik, şerefleri koruyan bir sıfattır; hilim, kötü kişilerin ağızlarını bağlar; bağışlamak, üstün olmanın zekâttır; hıyânet eden dosttan ayrılış, teselli bulmaktır; danışmak, doğru yola gitmektir. Kendi aklıyla iş gören, kendini tehlikeye atar; sabır, düşmanları oklara hedef eder; sızlanmak, zamâne cefâlarına yardımcı olur. Zenginliğin en üstünü dileği terk etmektir. Nice akıl vardır, hevâ ve hevesin buyruğuna uyar, esir olur. Güzel tecrübe, başarıdandır; dostluk, insana fayda veren yakınlıktır; usanıp daralan kişiye emniyet etmemek gerektir.

* Kim hayâ libâsına bürünürse halk, onun ayıplarını görmez.

* Soruya verilen cevap çoğalınca doğru gizli kalır.

* Senin hakkında iyi zanda bulunanın zannını gerçekleştir.

* Ey âdemoğlu, kendi nefsinin vasîsi ol da malında, senden sonra ne yapmalarını istiyorsan sen yap.

(Kümeyl b. Ziyâd'a buyurdular ki:)

* Ey Kümeyl adamlarına, akşam çağına dek iyi huy kazanmalarını buyur; uyuyanın hâcetlerini gidermekle akşam etsinler. Çünkü andolsun bütün sesleri duyana, hiç bir kişi yoktur ki bir gönlü sevindirsin de Allah o sevinç yüzünden ona bir lütufta bulunmasın. Suyun biriktiği havuzda yabancı dereler nasıl sürülür, kovulursa o lütuf da sâhibine bir belâ gelip çattı mı, o belâyı kovar, giderir.

* Hâin kişilere vefâda bulunmak, Allah'a hıyânette bulunmaktır; hâinlere gadretmekse, Allah'a vefâ etmek demektir.

* Dostunu ihtiyatla sev, olabilir ki birgün sana düşman olur: Düşmanınla da ihtiyata riâyet ederek düşmanlıkta bulun, olabilir ki birgün sana dost kesilir.

(Doğu ile batı arasındaki yol ne kadardır diye sorulunca buyurdular ki:)

* Güneş için bir günlük yol.

* Dostların üçtür, düşmanların da üç. Dostların, dostundur, dostunun dostudur, düşmanının düşmanı. Düşmanların da düşmanındır, dostunun düşmanı, düşmanının dostu.

* Kıskanç olan, gayret sâhibi bulunan, kesin olarak zinâ etmez.

* Babaların dostluğu, oğulların yakınlığını meydana getirir. Dostluk yakınlığa muhtaçtır, onunla tamamlanır; fakat yakınlık dostluğa, sevgiye  daha ziyade muhtaçtır; yakınlık sevgiyle olur.

* Taşı nereden geldiyse oraya atın; çünkü şerri ancak şer giderir.

(Kâtibi Ubeydullah b. Ebi-Râifi'e buyurdular ki:)

* Kalemini düzelt, ucunu keskin kes, satırların arasını aç, harfleri birbirine yakın yaz; bu, yazının güzelliğini sağlar.

(Oğulları Muhammed b. il-Hanefiyye'ye buyurdular ki:)

* Oğulcuğum, yoksul düşmenden korkarın; yoksulluktan Allah'a sığın; çünkü yoksulluk dini noksanlaştırır, aklı şaşırtır, dostluğu giderir.

* Günaha alt olarak üstünlük bulan üstünlük elde etmemiştir; şerle üst olan alt olmuştur.

* Her kişinin malında iki ortak vardır: Mirasçı, olaylar.

* Zâlime gelip çatan adalet günü, mazlûmun uğradığı cevir ve cefâ mihnetinden çetindir.

* Bir kişiyi lâyığından fazla övmek riyâdır, dalkavukluktur; lâyığından az övmekse ya dilsizlikten ileri gelir, ya hasetten.

* Suçların en çetini, sâhibine ehven ve ehemmiyetsiz görünenidir.

* Kendi ayıbını gören, başkalarının ayıbıyla oyalanamaz; isyan kılıcını kınından sıyırın, onunla öldürülür. Kim bütün gücüyle bir işe sarılırsa helâk olur gider. Kim, kendisini zarar ve tehlike denizine atarsa garkolur, batar. Kötü bellenen şeylere sarılan kötülükle kınanır. Kimin sözü çoğalırsa yanlışı da çoğalır. Kim fazla yanılırsa utancı azalır, utancı azalanın çekinmesi de azalır; çekinmesi azalanın gönlü ölür, gönlü ölen kişi ateşe girer. Kim halkın, ayıplarını görür, onları kınar, fakat kendisi de o işleri yaparsa ahmağın ta kendisidir. Kanaat tükenmez maldır. Ölümü fazla anan, dünyânın az nimetine de razı olur. Sözünü, amelinden bilen kişinin sözü azalır; o, ancak gereken sözü söyler.

* Zâlim kişinin üç alâmeti vardır: Günaha dalıp kendisinden üstün olana zulmeder; kendinden alt olana, kendisi üst olduğu için zulmeder; zulmeden bölüğe yardımcı olur, zulmeder.

* Şiddet son dereceyi buldu mu ferahlık gelir çatar . Belâ halkaları tam daraldı mı, genişlik yüz gösterir.

* Ayıbın en büyüğü, ona benzer bir ayıp sende de varken başkasını ayıplamandır.

* Düşünce sâf bir aynadır. İbret almak korkutan bir öğütçü, başkasında görüp de hoşlanmadığın şeyden çekinmense edep olarak yeter sana.

* Gerçekten de hak ağırdır, fakat tatlıdır; batılsa hafiftir, fakat insanı helâk eder.

* Söz, söylemezsen senin hükmüne tâbîdir; ama söylemeye başladın mı sen ona mahkûm olursun. Paranı pulunu nasıl gizliyorsan sözünü de gizle; nice söz vardır ki nimeti giderir, zahmeti, mihneti getirir.

* Bilin ki yoksulluk, belâlardan bir belâdır; yoksulluktan da çetini beden rahatsızlığıdır; ondan çetin olansa gönül rahatsızlığıdır. Bilin ki mal genişliği nimetlerdendir; fakat mal genişliğinden daha üstün olan şey beden sihhatidir; beden sihhatinden daha üstün olansa gönül huzûrudur.

* Konuşun da tanışın, çünkü insan, dilinin altında gizlidir.

* Nice söz vardır ki saldırıştan daha da tesirlidir.

* Gerçekle savaşan elbette altolur gider.

* Yumuşaklıkla hareket etmek, insana soy boydur.

* Hayır işleyin, hayrı azımsamayın, küçümsemeyin; çünkü onun küçüğü de büyüktür; azı da çoktur. İçinizden biri, başkası bu hayrı işlemeye benden daha lâyık demesin; çünkü andolsun Allah'a, sonra o da sizin için böyle der. Hayır işleyecek kişi de vardır, şer işleyecek kişi de. Siz bu ikisini terk ettiniz mi, işleyecek, işler o işi.

* Gizli işlerini, özünü temizleyen, ıslâh eden kişinin dışını da temizler Allah ıslâh eder onu; dîni için iş işleyenin dünyâ işlerini de düzene kor Allah. Allah'la arasını düzelten kişinin Allah, insanlarla da arasını düzeltir.

* Hilim insanı örten bir örtüdür; akılsa keskin bir kılıç. Huylarından kötü olanlarını hilminle ört. Hevâ ve hevesini de aklınla öldür.

* Emir sahibi olmak, insanların özlerinin sınanmasıdır.

* İçinde bulunduğun şehirden daha lâyık şehir yoktur sana. Şehirlerin hayırlısı, içinde geçimini sağlayabildiğin şehirdir.

* Bir insanda güzel bir huy varsa, bekleyin o huya benzer başka güzel huylarını da.

* Hilim ve düşünceyle hareket etmek, acele etmeden iş başarmak, ikiz çocuklardır; bunlar yüce himmetten doğarlar.

 

Gurer'ul-Hikem'den

* Tecrübe sâhibi kişi, hekimden daha bilgindir. Garip, dostu olmayandır.

* Kadınların kötülerinden çekinin; hayırlılarından sıkının.

* Nice zengin vardır ki yoksuldan da yoksuldur; nice büyük kişi vardır ki her aşağılık kişiden de aşağıdır; nice yoksul  da vardır ki bütün zenginlerden daha zengindir.

* Müminin şükrü amelinde görünür. Münâfıkın şükrüyse dilindedir ancak.

* İki şey vardır ki yitirmeden kadri bilinmez: Gençlik ve âfiyet.

* Batıla yardım eden, hakka zulmeder.

* Büyük kişilerin zaferi bağışlamaktır, ihsanda bulunmaktır. Aşağılık kişilerin zaferiyse ululanmaktır, azgınlık etmektir.

* Nefsine hâkim olman, en üstün güç, kudrettir. Ona buyruk yürütmen en hayırlı emârettir.

* Şehvetle kul olan parayla alınmış köleden de aşağılıktır.

* Utancın üstünü, insanın kendinden utanmasıdır.

* Nice kan vardır ki onu dil döker.

* Nefsine zulmeden, başkasına karşı nasıl adaletle muâmele edebilir?

* Mazlûma yardımcı ol, zâlime düşman kesil.

* İyiliği emret, kötülükten nehyet. Senden kesileni dolaş, sana vermeyene ver.

* Yüce kişiden ona ihânette bulunduğun zaman çekin; aşağılık kişiden de ona ihsanda bulunduğun zaman; ihsan sahibindense onu daralttığın zaman  sakın.

* Soylar boylar, babaların, anaların mensûp oldukları soyla boyla değil, övülecek üstünlüklerledir.

* Gözle görmek bir şeyi duymaya benzemez.

* Yaptığın ayıbı öven, sana dalkavukluk eden, bulunmadığın yerde seni ayıplar, kınar.

* Allah'ın nimetlerini düşünene Allah başarı verir; Allah'ın zâtı hakkında düşünense zındık olur.

* İnsanda dil olmasa, insan söz söylemese, sûrete bürünmüş bir varlıktan, yahut başı boş bırakılmış otlayan bir hayvandan başka ne olabilir ki?

* Birinin aleyhinde söylenen sözü dinleyen, o sözü söyleyen gibidir.

* Şerden çekinen kişi, hayır yapana benzer; suçtan sakınan kişi, iyilikte bulunana döner.

* Babaların dostluğu oğulları arasında soy sop birliği demektir.

* Sözün dikildiği yer, gönüldür; ısmarlandığı yer düşüncedir, onu kuvvetlendiren akıldır, meydana çıkaran dildir; bedeni harflerdir, canıysa anlamı; süsü, düzenli söylenmesidir; düzgünlüğüyse doğru oluşu.

* Can gözü kör olunca gözle görüşün faydası yoktur.

* Allah'ın sana verdiği nimetleri yitirme; onun verdiği nimetleri eseri, sende görülmelidir.

* Suçluyu meyûs etme; nice suç işleyen vardır ki sonu bağışlanmakla biter. Nice kulluk eden vardır ki sonunda kulluğu bozulur, ömrünün sonunda cehenneme gider.


(Savaşta kendilerine ve düşmanlarına katılmayanlar hakkında buyurmuşlardır ki:)

* Gerçeği horladılar, batıla yardım etmediler.

(Habbâb b. el-Eretti için buyurdular ki:)

* Allah Habbâb'a rahmet etsin, dileyerek Müslüman olmuştu; İsteyerek, razı olarak hicret etmişti; eline geçene kanâat ederdi: Allah'tan razı olurdu; savaşarak yaşamıştı.[1]

(Harûriyye'den (Haricilerden) birisinin teheccüd namazı kıldığını, Kur'an okuduğunu duyunca buyurdular ki:)

* Yakin ile uyku, şüpheyle namazdan hayırlıdır.

(Sehl b. Huneyf'il-Ansârî[2] vefât edince buyurmuşlardı ki:)

* Bir dağ bile beni sevse musibetlere uğrar.

(Haricilerin, hüküm ancak Allah'ındır sözünü duyunca buyurdular ki:)

* Doğru bir söz. Fakat bu sözle batıl murât edilmekte.

(Talha ve Zübeyr, bu işte sana ortak olmak üzere biat ediyoruz dedikleri zaman buyurdular ki:)

* Hayır, fakat kuvvette, yardımda ortaksınız; aciz görür, işte bir aksamaya rastlarsanız yardımcı olursunuz.

(İmam Hasan aleyhisselâma buyurdular ki:)

* Savaşta birisini savaşmaya çağırma; fakat seni çağıran olursa icâbet et; çünkü savaşa çağıran âsidir; âsîninse ölmesi gerek.

(Muâviye'nin adamları Anbâr'ı yağmaladıkları zaman bizzat yaya olarak Kûfe'den çıkıp Nuhayle'ye geldiler. Halkın bir kısmı arkalarından gidip kendilerine ulaştı ve Yâ Emir'el-Mü'minin, biz onların zararlarını gideririz dedi. (Hazret buyurdular ki:)

* Ben sizin zararınızdan kurtulamıyorum; beni başkala-rının zararlarından nasıl kurtaracaksınız? Benden önce halk kendilerini idâre edenlerden şikâyet ererdi, bense bugün idâre ettiğim kişilerden şikâyet ediyorum. Sanki ben idâre edilenim de beni idâre edenler onlar; yahut ben emre tâbiim de onlar âmir.

(Bu sırada iki kişi, huzurlarına gelip biri, Yâ Emir' el-Müminin, ne emrin varsa buyur, biz gidelim; benim sözüm ancak kendime ve bu kardeşime geçer dedi. Hazret buyurdular ki:)

* Dilediğim şeyin iki kişiyle yapılabilmesine imkân mı var?

(Sıffin'den dönüşte yolları Şamlıların bulunduğu yere uğradı. Kadınların Sıffin'de öldürülenlere ağlaştıklarını duydular. Bu sırada o boyun ulularından Harb b. Şurhahabîl geldi. Hazret ona buyurdular ki:)

* Duyduğuma göre, size kadınlarınız üstolmuş, öyle mi? Neden onları bu feryattan men etmiyorsunuz?

(Harb maiyetlerinde yaya olarak yürümek istedi. Kendileriyse ata binmişlerdi; buyurdular ki:)

* Geriye dön, senin gibi yaya olarak yürüyen birinin benim gibi bineğe binmiş kişinin maiyetinde yürümesi buyruk sâhibine bir fitnedir, müminlereyse alçalış.

(Nehrivan günü savaşta öldürülen Haricilerin yanlarından geçerlerken buyurdular ki:)

* Beter olun, sizi aldatan, sizi zarara soktu. (Kim aldattı onları Ya Emir'el-Müminin  diye sorulunca buyurdular ki:) Yol azdıran Şeytan ve kötülüğü buyuran nefisleri onları ümitlerle aldattı; onlara isyan yollarını açtı, genişletti; üst olacaklarını vaad etti onlara, derken onları birden ateşe attı gitti.

(Muhammed b. Ebi-Bekr'in şehâdetini duyunca buyurdular ki:)

* Allah ona rahmet etsin, ona olan hüznümüz, şehâdetinden sevinenlerin sevinçleri kadar. Ancak onlar kendilerini sevmeyen birini yok ettiler; bizse bir dost kaybettik.

(Ashabıyle otururlarken güzel bir kadın geçti, herkesin gözü o kadına takıldı. Bunu görünce buyurdular ki:)

* Bu erkeklerin gözleri şehvete kapıldıklarını belli ediverir, bu bakış şehvetin coşkunluğunu gösterir. İçinizden biri, beğendiği, hoşlandığı bir kadına gözü kayınca hemen gidip kendi zevcesine yaklaşsın; çünkü bu da kadındır, o da kadın.

(Haricîlerden biri "Allah öldüresice kâfir (Hâşâ), ne de fakih" dedi. Ashabı bunu duyunca o adama kastetti, üstüne saldırdı. Hazret buyurdular ki:)

* Yavaş olun hele, bu ancak bir sövüş, ona ya sövmeyle karşılık verilir, yahut da aldırış edilmez, suçu bağışlanır gider.

(Mâlik b. Eşter'i överek buyurdular ki:)

* O, Allah'ın bir kılıcıdır ki, vurmakla körleşmez; kör de değildir zâten. Bid'at onu yolundan alıkoymaz; sapıklıksa onu hiç saptırmaz.

(Malik'ül-Eşter'in şehâdet haberi gelince buyurdular.)

* Allah Mâlik'e rahmet etsin; Mâlik, ne Mâlik'ti? Tek yüce bir dağ olsaydı ne üstüne bir nal basabilirdi, ne yücesine bir kuş uçup konabilirdi.


* Şaşarım şu insana ki bir yağ parçasıyla görmektedir, bir et parçasıyla söylemekte; bir kemikle doymaktadır, bir delikle soluk almakta.

* Kötülüğü eliyle, diliyle, gönlüyle, gidermeye çalışan, hayırlı huyları nefsinde toplamıştır. Halkta gördüğü kötülüğü diliyle, gönlüyle inkâr eden, fakat eliyle kötülüğe engel olmayan, hayır huylarından ikisine yapışmış, birini yitirmiştir. Gönlüyle inkâr edip eliyle, diliyle inkâr etmeyense üç huyun en yücesini yitirmiş, birini elde etmiştir. Halktan kötülüğü diliyle, gönlüyle, eliyle inkâr etmeyenler, gidermeye çalışmayanlarsa diri gibi görünen ölülerdir.

* İyi ve hayırlı işlerin hepsi ve Allah yolunda savaş; iyiliği buyurmak, kötülükten halkı men etmek, karşısında koskoca uçsuz bucaksız denize nispetle bir katreden ibârettir; dalgalanıp köpüren, coşkun denizde bir tükürüktür âdetâ. İyiliği buyurmak, kötülükten men etmek, ne kimsenin ecelini yaklaştırır, ne rızkına noksan verir. Ama bunların hepsinden daha üstün olanı da zulmeden buyruk sahibine karşı doğru söylemektir.[1]

 

(Ebû-Cuhayfe der ki: Emir'ül-Mü'minin  aleyhisse-lâm'dan duydum, buyurdular ki:)

* Sizden ilk olarak savaşa ait olup da alınacak şey, elinizle, sonra dilinizle, sonra da gönüllerinizle savaşmaktır. İyiliği gönlüyle tanımayan, kötülüğü men etmeye kalkışmayan kişi, başaşağı düşüp gitmiştir.[2]

* Öl de alçalma, azı yeter bul da yüzsuyu dökme. Çalışıp bir şey elde edemeyen kişi, oturunca hiçbir şey elde edemez.[3]

* Dinî hükümleri bilmeden ticarete girişen, çâresiz fâize düşer, suçtan kurtulamaz.

* Sana rağbet ve muhabbeti olan kişiye rağbet etmemen, nasibinde noksana düşmendir. Senden hoşlanmayana rağbet etmense alçalmandır.

Mal memurlarından biri büyük bir yapı yaptırınca buyurdular ki:

* Paralar, yapının tepesine çıktı, göründü; çünkü bu yapı zenginliği söylemede.

* Yüzünün suyu donmuştur. Ancak bir şey istersen yumuşar, sızıp damlamaya başlar; kime yüzsuyu döktüğüne dikkat et.

* Mazlûmun zâlimden öç alacağı gün,  zâlimin mazlûma zulmettiği günden daha çetindir.

 

 

Gurer'ul-Hikem'den

* Aç kalmak, alçalmaktan hayırlıdır.

* Adamlığın en üstün derecesi, malı mülkü esirgemeyerek kardeşleriyle geçinmesi, her hâlde onlarla eşit olmasıdır.

* İnsanların en insaflısı, kendisi hakkında bir hâkim hüküm vermeden nefsine insâf edenidir. İnsanların en fazla cevredeniyse cevrini, zulmünü adalet sayanıdır.

* İnsanın üstünlükleri birbiri ardınca gelip çatan çetin işlerde meydana çıkar.

* Dallar budaklar, çaresi yok, köklere, sebeplere dayanır, onlardan sürer, meydana gelir;  onları meydana getiren sebeplere, parça buçuklara, tümlere döner ulaşır.

* Rabbin rızasını kazanmak isteyen, zulmeden buyruk sâhibine karşı adalet sözünü söylemelidir.

* İki kişi yoktur ki halkı kendisine uymaya çağırsın da, biri sapıklıkta olmasın.

* Haktan, gerçekten sonra, dalâletten başka ne vardır ki?[4]

* Ümitsizliğin acılığı, halka yalvarmaktan yeğdir.

* Tamah seni kul etmesin, Allah seni hür yarattı.

* Yaptığı zulümlerden geçip, hakları sahiplerine vermekten daha üstün adalet olamaz.

  

"Nehc'ül - Belâga'dan"

* Gerçekten de noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah yoksulların geçimlerini zenginlerin mallarında takdir buyurmuştur. Hiç bir yoksul, aç kalmaz ki bir zengin onun hakkını vermiş olsun; yüce Allah da zenginlere bunu soracaktır.

* Bir evvelki gaspedilmiş bir tek taş, o evin yıkımı için rehin edilmesi demektir.

E-Kitaplaştıran Muhammad M.IPEK

Şubat, 2003

ehlibeyt@myiris.com

Bu E-Kitabı Aileme ve Tüm Ehl-i Beyt Öğrencilerine Ithaf Ediyorum.

Aşağıdaki Siteden İndirebilirsiniz.

http://nehculbelaga.tripod.com/

Alemlerin Rabbi Olan Allah'a Hamdolsun.

Selam Ona Layık Olanların Üzerine Olsun.

Başarı Allah'tandır.

 

 

 

 

http://kitapindir.tripod.com

http://nehculbelaga.tripod.com

http://ehlibeytkutuphanesi.tripod.com