İÇİNDEKİLER

Risâletu'l İ'tikadati'l İmâmiyye

 Şii-İmâmiyye'nin İnanç Esasları

KIRKBEŞİNCİ BÖLÜM

(BİR KONUDA) İKİ AYRI HADİSİN VARLIGI HAKKlNDAKİ İNANÇ

Allah'ın rahmeti üzerine olsun Şeyh (Ebu Cafer) der ki: Bizim, selam üzerlerine olsun imamlardan gelen sahih haberler hakkındaki inancımız şudur: Bunlar, (109) anlamlardaki tam uygunluk bakımından Allah'ın Kitabı'na muvafıktır; ondan ayrı değildir. Çünkü onlar, Yüce Allah'ın vahyi yoluyla elde edilmiştir. Eğer onlar, Allah'dan başka bir varlıktan gelseydi, mutlaka birbirine zıd olurdu.

Haberlerin dış görünüşü bakımından birbirinden ayrı oluşları, muhtelif sebepler yüzündendir. Söz gelişi, zıhar'ın keffareti için bir köle azad edilmesi bildirilmiştir. Başka bir haberde ise, iki ay aralıksız oruç tutmak bildirilmiştir. Yine başka bir haberde de altmış fakirin doyurulması buyrulmuştur. Şimdi bunların hepsi de doğrudur. Oruç, köle bulamayan; fakiri doyurmak da oruca güç yetiremeyen için konulmuştur. Rivayet edildiğine göre, yapabildiği takdirde sadaka vermesi de söylenilmiştir. Ve bu, altmış fakiri doyurmaya gücü yetmeyene yüklenmiştir.

(Zahiren ayrı görünen) Haberlerden bir kısmı da herbiri diğerinin yerine kaaim olan haberlerdir. Söz gelişi yeminin keffareti için, "... ailenize yedirdiğinizin ortalamasından on düşkünü yedirmek, yahut giydirmek ya da bir köle azid et­mektir. Bulamıyan üç gün oruç tutmalıdır. . ."1. Yeminin keffareti için birincisi doyurma, ikincisi giydirme ve üçüncüsü de bir köle azad etme şeklinde üç haber mevcud olunca, bunlar câhil kimseler katında birbirine muhalif olarak görülmektedir. Aslında bunlar birbirinden ayrı değil; aksine bu keffâretlerden herbiri diğerinin yerine kaaim olan hükümlerdir.

Takiyye için varid olan haberler de vardır.

Suleym b. Kays el-Hilâli'den rivayet edildğine göre o, Mü'minlerin Emiri'ne (a.s.) şöyle demiştir: "Ben, Selman, Mikdad ve Ebu Zerr'den Kur'an'ın tefsiri ve Nebi'nin (s.a.s.) hadisleri ile ilgili olarak halkın bildiğinden farklı şeyler duydum. Ve senden de, onlardan işittiğim şeylerin doğrulanmasını işittim. Ve Kur'an'ın tefsiri ve Nebi'nin (s.a.s.) hadislerinden halkın inandığı birtakım şeylere, sizin muhalif olduğunuzu ve onların hepsinin bâtıl olduğunu ileri sürdüğünüzü gördüm. Halkın, Allah'ın Resûlü'ne (s.a.a.) kasten yalan isnâd ettiklerini ve onları kendi kafalarına göre açıkladıklarını kabul eder misin?" (Ravi) Şöyle dedi: "Ali (a.s.) dedi ki: "Soruyu sordun; şimdi de cevabına kulak ver. Doğrusu halkın elinde hem hak hem batıl, hem doğru hem yalan, hem nasih hem mensuh, hem özel hem genel, hem muhkem hem müteşabih, hem iyi korunmuş hem de şüpheli olanlar vardır. Allah'ın Resûlü'ne bile kendi sağlığında yalan isnad edilmiştir. (110) Bu sebepten o, halka konuşmak üzere kalkmış ve demiştir ki: 'Ey insanlar! Bana karşı yalan söyleyenlerin sayısı çok artmıştır. Kim kasıtlı olarak bana karşı yalan söylerse, cehennemdeki yerine hazırlansın2. Sonra onun vefatından sonra ona karşı yine yalan söylenmiştir".

"Hadis, sizlere dört kaynaktan gelir; bunların bir beşincisi yoktur. Birincisi, yalan hadis uydurmayı günah olarak görmeyip Allah'ın Resulü'ne (s.a.a.) karşı bilerek yalan söylemekten çekınmeyen bir adamdan gelen hadislerdir. Eğer halk onun yalancı bir münafık olduğunu bilmiş olsaydı, ne ondan gelen bir haberi kabul ederler ne de onu doğrularlardı. Fakat onlar, "bu, Allah'ın Resûlü'nün sahabisidir; onu görmüştür; onu dinlemiştir", demişler ve onun hakiki durumunu bilmeksizin ondan gelen haberleri kabul etmişlerdir. Yüce Allah, münafıklarla ilgili bilgileri haber vermiş ve onların vasıflarını açıklıkla bildirmiştir. Nitekim Güçlü olan O şöyle buyurur: "Onlara baktığın zaman vücudları hoşuna gider; konuşurlarsa sözlerini dinlersin; tıpkı, sıralanmış kof kütük gibidirler..."3 Daha sonra onlar (münafıklar), ondan (Hz. Peygamber-saa-) sonra ayrıldılar ve hile, yalan ve iftira yoluyla sapıklığın önderleri ve cehennem dâilerine yaklaştılar. Bunlar da onları (münafıklar) ışlere tayın ettiler ve onlara dünya nimetlerini yedirdiler ve onları insanların sırtlarına yüklediler. Çünkü insanlar, Allah'ın korudukları dışında ancak hükümdarları (melikler) ve dünyayı takib ederler.

"Hadislerin geldiği dört kaynaktan biri de, Allah'ın Resûlü'nden duyan; fakat gereğince hatırlamayan bir adamdır. Böyle biri, bu hususta, kasıtlı olarak yalan söylememekle birlikte hataya düşer. Bu durumda onun böyle bir hadisi vardır; onu söyler; onunla amel eder ve onu başkalarına rivayet eder  ve "ben onu, Allah'ın Resûlü'nden (s.a.s.) işittim der. Eger halk onun yanlışlık yaptığını bilmiş olsaydı, onu kabul etmezlerdi. Ve eğer bizzat kendisi yanlışlık yaptığını bilseydi, onu mutlaka tutup bır kenara atardı.

"Hadislerin geldiği dört kaynaktan üçüncüsü, Allah'ın Resûlü'nün (s.a.a.) bir şey emrettiğini işiten; ama sonra bunu yasakladığını bilmeyen veya onun bir şeyi yasakladığını duyan; fakat sonra o şeyi buyurdugunu bilmeyen bir kimsedir. Bu durumda o, mensûh olanı ezberlediği halde nasih olanı ezberlemez. Şayet onun mensûh olduğunu bilmiş olsaydı, onu reddederdi ve müslümanlar da o kimseden işittikleri şeyin mensûh olduğunu bilselerdi onu reddederlerdi.'

Hadislerin geldiği dört kaynaktan dördüncüsü Allah'a ve Allah'm Reslilü'ne (s.a.a.) karşı yalana kızdığı, Güçlü ve Ulu Allah'dan korktuğu ve Allah'ın Resûlü'nü .(s.a.a.) yücelttiği için kesinlikle yalan söylemeyen bır kimsedır. Bu kimse o haberi unutmaz; aksine işittiğini kesin bir şekilde ezberler. Böylece o: işittiği şeyi, ne bir şey ekleyip ne de eksilterek işittiği şekilde nakleder. Nâsih ve mensûhu bildiği için, nasihle amel eder. (111) Ve mensûhu reddeder.

 "Allah'ın salât ve selâmı ona olsun Nebi'nin Kur'an emirleri gibi emirleri, nâsih-mensûh, özel (hâs )-genel (âm), muhkem ve müteşâbihlerden ibarettir. Allah'ın Resûlü'nden (saa) gelen sözleri genel (âm) söz ve özel (hâs) söz olmak üzere iki anlama gelebilir. Tıpkı Kur'an'ın durumunda oldugu gibi. Güçlü ve Ulu Allah Kitabı'nda şöyle buyurmuştur. "...Peygamber size ne verirse onu alın, sizi neden men ederse ondan geri durun."4 . Şimdi Allah ve O'nun Reslûlü'nün (saa) demek istedikleri, bunları bilmeyenler için şüpheli durumda kalmıştır. Allah'ın Resûlü'nün (s.a.a.) bütün ashabı onu soruşturmuş ve onu anlamış değillerdir. Çünkü onların arasında onu sordukları halde anlamıyan bir topluluk vardı. Nitekim Yüce Allah, şu ayetinde onları soru sormaktan men etmişti:

"Ey inananlar! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. Kur'an indirilirken onları sorarsanız size açıklanır. Allah sorduğunuz şeyleri affetmiştir. Allah bağışlayandır, Halimdir. Sizden önce bir millet onları sormuştu. Sonra da onları inkar etmişlerdi"5.

Böylece onlar soru sormaktan menolunmuşlardır. Öyle ki, onlar, dinlerken bir çöl arabının gelip soru sormasından hoşlanıyorlardı.

"Ben (Ali b. Ebi Talib) her gece ve her gün tam bir yalnızlık içinde Allah'ın Resûlü'nün (s.a.a.) yanına girerdim; bana kendisine sorduğum şeylerin cevaplarını verirler ve ben, onun gittiği yerlere onunla giderim. Allah'ın Resûlü'nün (s.a.a.) ashabı bilirdi ki o, benden başka hiç kimse ile bu şekilde hareket etmezdi, ve bu iş genel olarak benim evimde olurdu. Onun kaldığı odalardan birine girdiğim zaman, odayı tam anlamıyla boşalttırır; eşlerinden odayı boşaltmalarını ister ve böylece orada, benden ve ondan başka kimse kalmazdı. O, yalnız olarak benim evime geldiği zaman, evimde olanların çekilmesini ister ve bizden ya Fatıma ya da oğullarımdan biri kalırdı. Ve ona soru sorduğum takdirde bana cevap verirlerdi. Ben susarsam ve sorularım tükenirse, o kendisi başlardı.

Böylece Allah'ın Resûlü'ne inen her Kur'an ayeti ve Yüce Allah'ın ona helâl, haram veya emirler ve yasaklar veya itaat ve günahla veya olmuş ve olacaklar ilgili olarak öğrettiği her şeyi, o da mutlaka bana öğretir, bana okutur, bana yazdırır ve ben de onu kendi yazımla yazardım.

O bana bunun yorumunu (Te'vil) bildirir; zahiri ve batınını açıklardı Ben de onu ezberlerdim. Sonra onun bir tek harfini bile unutmazdım, Allah'ın Restûlü (s.a.a.) bunların hepsini bana bildirdiği zaman, elini göğsümün üstüne koyar ve şöyle derdi:

"Ey Allahım! Onun kalbini ilim, anlayış, (112)nûr, hilm ve imânla doldur; ona öğret ve onu bilgisiz kılma; ona ezberlettir, unutturma !".

Birgün ona, "Anam-babam sana feda olsun ey Allah'ın Resfılü­Allah'ın salat ve selamı ona olsun-, benim bir şeyi unutmamdan korkuyor musun?" dedim.

O şu cevabı verdi:

"Ey kardeşim! Senin ne unutacağından ne de bilgisiz olacağından korkarım, Güçlü ve UIu Allah bana, senin ve senden sonra gelecek ortakIarın hakkında ettiğim duaları kabul ettiğini bildirdi".

"Allah'ın salât ve selâmı sana olsun ey Allah'ın Resûlü, benim ortaklarım kimlerdir?" dedim.

"Allah'ın, tâatlarını, Kendi tâatı ve benim taatımla birleştirdiği kimselerdir" dedi,

"Peki onlar kimlerdir, ey Allah'ın Resûlü (s.a.a.)?" dedim,

Şu cevabı verdi:

 "Allah onlar hakkında şöyle buyurdu: "Ey insanlar! Allah'a itâat edin, peygambere (saa) ve sizden buyruk sahibi olanlara itâat edin..."6

Peki onlar kimlerdir ey Allahın Nebisi? dedim.

Şu cevabı verdi:

"Onlar, benden sonra gelecek vasilerdir. Hidayet eden ve hidayet edilenlerdir. Onlar Havuzumun başında toplanmalarına kadar ayrılmayacaklardır.Onlara ne onları aldatanların aldatmaları, ne de onları yardımsız bırakanların ayrılıp gıtme en zarar verir. Onlar Kur'an ile, Kur'an da onlarla beraberdir; ne onlar ondan ayrılırlar ne de o, onlardan ayrılır. Onlarla (İmamlar-as-) ümmetime yardım edilir; onlarla rahmet kazanılır, ve onlarla belâlar uzaklaştırılır ve onların sayesinde dualar kabul edilir. "

"Ben (Ali b. Ebi Talib-as-): "Ey Allah'ın Resûlü, benim için onların adlarını söyle" dedim. O da şöylece söyledi: Sen ey Ali, sonra bu benim oğlum -ve elini Hasan'ın başına koydu-, sonra da bu benim oğlum -ve elini Huseyn'in başına koydu-, sonra senin adaşın, ey kardeşim, ki o kulların efendisidir; sonra benim ilmimin açıcısı (Muhanned Bâkır-as-) ve Allah'ın vahyinin hazinesi olan onun oğlu, adaşım Muhammed; sonra senin sağlığında Ali (Zeynelabidin) doğacaktır; ey kardeşim, ona benden selam söyle, senin sağlığında da ey Huseyn, Muhammed el-Bakır doğacaktır, ona benden selam söyle; sonra Cafer; sonra Musa b. Cafer; sonra Ali b. Musa; sonra Muhammed b. Ali; sonra Ali b. Muhammed; sonra el­Hasan b.Ali ez-Zeki; sonra adı adıma, rengi rengime benzeyecek, Allah'ın emrini dünyanın sonunda ayakta tutacak ve kendisinden önce zulüm ve adaletsizlikle dolmuş bulunan yeryüzünü adalet ve eşitlikle dolduracak olan gelecektir."7

Allah'a and olsun ki, ey Suleym, şüphesiz ben, er-Rukn ile el-Makam arasında ona beyat edecekleri bilirim; ona yardım edecekleri bilirim ve onların kabilelerini bilirim".

Suleym b. Kays şöyle dedi: Sonra Medine'de, onlara selam olsun Hasan ve Hüseyin'le (113) Muaviye'nin saltanat sürmeye başlamasından sonra karşılaştım. Ve onlara babalarından gelen bu hadisi naklettim. Her ikisi de şöyle dediler: "Doğru söyledin. Mü'minlerin Emiri (a.s.) bu hadisi sana biz orada otururken nakletmişti. Biz de onu, senin anlattığın şekilde ne bir harf fazla ne de bir harf eksik Allah'ın Resulü'nden (s.a.a.) ezberlemiştik". Suleym b. Kays şöyle dedi: Sonra Ali b. el-Huseyn (Zeynelabidin) (a.s.) ile karşılaştım. Yanında oğlu Muhammed el­Bakır (a.s.) vardı. Babasından işittiklerimi ona anlattım. Dedi (Ali) ki: "Ben onları, Allah'ın Resulü'nden (s.a.a.) dinleyen Mü'minlerin Emiri'nden (a.s.) işitmiştim, ki o sırada o hasta, ben de bir çocuktum". Sonra Ebu Cafer (Muhammed el-Bakır) (a.s.), "dedem bana, Allah'ın Resûlü'nün selamını söylediğinde ben çocuktum" dedi.

Eban b. Ebi Ayyaş şöyle dedi: Ben bu hadisin hepsini, Suleym b. Kays el-Hilâli'den Ali b. el­Huseyn'e (a.s.) naklettim. O dedi ki: O, (Suleym) doğru söylemiştir. Nitekim Cabir b. Abdillah el­Ensari, henüz okula giderken oğlum Muhammed'e gelmiş, onu öpmüş ve ona, Allah'ın Res'ulü'nün (s.a.s.) selâmını söylemiştir.

Eb'am b. Ebi Ayyaş dedi ki: Ali b. el-Huseyn'in (Zeynelabidin) (a.s.) vefatından sonra hacca gitmiştim. Ebu Cafer Muhammed b. Ali b. el-Huseyn (Muhammed el-Bakır) (a.s.) ile karşılaştım. Bu ha­disin hepsini, Suleym'den naklen anlattım. Gözleri yaşla doldu ve dedi ki:Allah'ın râhmeti üzerine olsun Suleym doğru söylemıştır. O (Suleym), dedem Hüseyin'in (a.s.) şehid edilmesinden sonra, ben de yanında iken babama gelmiş ve ona bu hadisi aynen bu şekilde nakletmişti. Bunun üzerıne babam ona demişti ki: Allah'a and olsun ki doğru söyledin ey Suleym! Babam bu hadisi bana, Mü'minlerin Emiri'nden (a.s.) naklen anlatmıştı.

(Şeyh Ebu Câfer) Der ki: Güçlü ve Ulu Olan'ın Kitab'ında câhillerin ihtilaf ve tenakuz bulacakları ayetler vardır. Aslında bunlar ne ihtilaflıdır ne de çelişkilidir. Söz gelişi Yüce Allah şöyle buyurur: "...Bu günle karşılaşacaklarını unuttuklarıl, âyetlerimizi bile bile inkâr ettiklerı gibi Biz de onları unutuyoruz"8.

 Ve yine Yüce Allah şoyle buyurur: "...Allah'ı unuttular, bu yüzden Allah da onları unuttu..."9 ve bunlardan sonra şöyle buyurur: "...Rabbin unutkan değildir."10

Aynı şekilde Güçlü ve Ulu Allah şöyle buyurur: "Cebrail ve meleklerin dizi dizi durdukları gün, Rahmân olan Allah'ın izin verdikleri dışında kimse konuşamıyacaktır. Konuştuğu zaman doğruyu söyleyecektir"11.

Aynı şekilde Yüce Allah şöyle buyurur: "...Kıyamet günü, birbirinize küfreder ve karşılıklı lânet okursunuz..."12

Ve Yüce Allah şöyle buyurur: "İşte cehennemliklerin bu şekilde tartışması gerçektir"13

Sonra O şöyle buyurur: "...Allah: Benim katımda çekişmeyin; size bunu önceden bildirmiştim"14 (114)

Yüce Allah yine şöyle buyurur: "İşte o gün ağızlarnı mühürleriz. Bizimle elleri konuşur, ayakları da yaptıklarına şahidlik eder"15

Ve Yüce Allah şöyle buyurur: "O gün bir takım yüzler Rablerine bakıp parlayacaktır"16.

Sonra Güçlü ve Ulu Allah şöyle buyuruyor: "Gözler O'nu görmez, O bütün gözleri görür. O Lâtiftir, Haberdârdır"17.

Güçlü ve Ulu Allah şöyle buyurur: "Allah bir insanla ancak vahy suretiyle veya perde arkasından konuşur..."18

Sonra o şöyle buyurur: "Allah, Mûsâ'ya (as) doğrudan hitabetti..."19.

Ve Yüce Allah şöyle buyurur: "...Rabbi onlara, Ben sizi o ağaçtan menetmemiş miydim?..diye seslendi..."20.

Ve Gaybı Bilen Yüce Allah şöyle buyurur: "...Yeryüzünde ve gökte hiçbir zerre Rabbinden gizli değildir. Bundan daha küçük veya daha büyüğü şüphesiz apaçık Kitab'dadır"21.

Sonra Yüce Allah şöyle buyurur: "Allah onlara kıyamet günü bakmayacak, onları temize çıkarmayacak . . . "22.

Sonra buyurur ki: "Hayır, doğrusu onlar o gün, Rablerinden yoksun kalacaklardır"23,

Ve yine Yüce Allah'ın şu buyruğu: "Gökte olanların sizi yerin dibine geçirmesinden güvende misiniz? O zaman, yer, sarsıldıkça sar­sılır"24,

 Aynı şekilde Yüce Allah şöyle buyurur: "Rahman arşa hükmetmektedir (istiva)"25,

Sonra O şöyle buyurur: "O, göklerin ve yerin Allah'ı, içinizi dışınızı bilir, kazandıklarınızı da bilir"26,

Ve Yüce Allah buyurdu: "Üç kişinin gizli bulunduğu yerde dördüncü mutlaka O'dur; beş kişinin gizli bulunduğu yerde, altıncıları mutlaka O'dur; bunlardan az veya çok, ne olursa olsunlar, nerede bulunurlarsa bulunsunlar, mutlaka onlarla beraberdir" 27,

Ve Güçlü ve Ulu olan şöyle buyurur: "...Biz ona şah damarından daha yakınız" 28,

Ve Yüce Allah buyurdu: "Onlar kendilerine meleklerin gelmesini mi, yoksa Rabbinin gelmesini mi, yahut Rablerinden birtakım mucizelerin gelmesini mi bekliyorlar? . ."29,

Aynı şekilde O, şöyle buyurur: "Ey Muhammed! De ki: Size vekil kılınan ölüm meleği canınızı alacak","30,

Sonra buyurur: "...Elçilerimiz (melekler) bir eksiklik yapmaksızın onun canını alırlar..."31,

Ve Yüce Allah buyurur: "Melekler onların canlarını alırken..."32.

Ve Yüce Allah şöyle buyurur: "Allah, öleceklerin ölümleri anında ruhlarını alır..."33.

Kur'an'da bu ayetlerin benzerleri pek çoktur. Zındıklardan bir adam, salât ve selâm ona olsun Mü'minlerin Emiri'nden bu ayetlerle ilgili soru sordu. O da ona, bu ayetlerin anlamlarının nasıl birbirleriyle tutarlı olduklarını anlattı ve (115) bunların yorumlarını açıkladı.

Bu hususla ilgili hadisi, Kitâbu't- Tevhid'deki şerhine dayalı olarak çıkardım. Onun dilemesi ve yardımı ile, bu konuda bir kitap yazacağım.

* * *

Bu şerefli risale, Yüce Allah'a hamd olsun ki, hayır ve âfiyetle 1292 yılında Rebiulevvel'in bitimine on gün kala (27 Nisan 1875) istinsah edilerek tamamlandı.

 


 

1.Maide (5), 89.

2. Bu hadisin kaynakları için lık.: Mu'cem, V, 549 (Wensinek, el-Mıı'cemıı'l-Mufehres li-Eljazi'l-Hodisin- Nebevi, Leiden 1936-1969).

3. Munafikun (53), 4.

4. Haşr (59), 7.

5. Maide (5), 101-102.

6. Nisa (4), 59.

7. Krş.: Usûl, 286. vd.

8. A'raf (7), 51.

9. Tevbe (9), 67.

10. Meryem (19), 64.

11. Nebe (78), 38.

12. Ankebut (29), 25.

13. Sad (38), 64.

14. Kaf {50), 28.

15. Ya-Sin (36), 65.

16. Kıyamet (75), 22-23.

17. En'am (6), 103.

18. Şura (42), 51.

19. Nisa (4), 164.

20. A'raf (7), 22.

21. Yûnus (10), 61.

22. Al-i İmran (3), 77.

23. Mutaffifin (83), 15,

24. Mulk (67), 16.

25. Ta-Ha (20), S,

26. En'am (6), 3,

27, Mücadele (58), 7.

28. Kaf (50), 16,

29. En'am (6), 158.

30. Secde (32), 1 ı.

31. En'am (6), 61.

32. Nahl (16), 32.

33. Zumer (39), 42.

 

Bölüm 44

s:140    Bölüm 45