Kur'an'da ve Sünnet'te

GEÇİCİ NİKAH

e-kitap:  nehculbelaga.tripod.com

Nisa Suresi 24' üncü Ayetin Tefsiri

 

"Sahip olduğunuz cariyeler müstesna evli kadınlar da haram kılınmıştır."

Ayetin orijinalinde geçen "muhsenat" kelimesi, "ihsân" kökünden türemiş ve engel olmak ve korumak anlamına gelen ism-i mef'ul kalıbında bir çoğul isimdir. Başkalarının girmesini engelleyen sağlam kaleye de "el-hisn-ul hasîn" denilmesi bu yüzdendir. Nitekim "kadın kendini korudu, fuhuştan kaçındı" anlamına gelmek üzere "ahsanat-il mer'etu" denir. Yüce Allah da "o ki, edep yerini korudu" (Tahrîm, 12) buyuruyor. Yine "kadın evlendi, eşi ya da evlilik onu diğer erkeklerden korudu" anlamında "ahsanat-il mer'etu" veya "uhsinet-il mer'etu" denir. Yine özgür bir kadın anlamında "ahsanat-il mer'etu" denir. Çünkü özgür oluşu, başkasının onun edep yerine sahip olmasını engeller veya zinadan uzak durmasını sağlar. Çünkü zina daha çok cariyeler arasında yaygındı.

Ayetin zahirinden anlaşıldığı kadarıyla ayetteki "muhsenat"tan maksat, kelimenin birinci ve üçüncü anlamları değil, ikinci anlamı yani, "evli kadınlar" anlamıdır. Çünkü iki ayette sayılan on dört zümre dışındaki kadınlardan sadece evlilerin evlenmeleri yasaktır. Diğer kadınlarla yapılacak evliliklere yönelik bir yasaklama hükmü yoktur. Bu kadınlar ister iffetli olsunlar, ister olmasınlar; ister özgür, ister cariye olsunlar fark etmez. Dolayısıyla yasaklama hükmünün sadece iffetli kadınlara mahsus olmamasıyla birlikte ayetteki "muhsenat" kelimesi i-le iffetli kadınların kastedildiğini söyleyip, daha sonra ayetin evlilikle kayıtlandırılması yoluna baş vurulmasının hiçbir tutarlılığı ve anlamı yoktur. Bunun gibi cariyelerle ilgili hüküm, özgür kadınlarla ilgili hük-mün aynısı olduğu hâlde bu kelimeyi özgür kadınlar anlamında alıp, daha sonra ayeti evlilik ile kayıtlandırma cihetine gitmek doğru değildir. Kısacası aklıselimin kabul edeceği bir tefsir tarzı değildir bunlar.

Buna göre "muhsenat" kadınlar demek, "evli, nikâh bağı altındaki kadınlar" demektir. Bu kelime "ummehatikum=analarınız" kelimesine matuftur. İfadenin anlamı şöyledir: Bütün evli kadınlar, evlilik bağı altında oldukları sürece kendileri ile evlenmeniz haramdır.

Buna binaen, "Sahip olduğunuz cariyeler müstesna" ifadesi, evli oan cariyelerden evlenme yasağını kaldırıyor. Nitekim hadislere göre, evli cariyenin efendisi cariyesi ile kocası arasına girerek kanamasız döneminde onunla yattıktan sonra onu kocasına geri verebilir.

Bazı tefsirciler "Sahip olduğunuz cariyeler müstesna" ifadesini, nikâhla ve cariye edinme yolu ile elde ettiğiniz iffetli kadınlar olarak açıklıyorlar. Bu açıklamaya göre sahip olmak demek, yararlanmak ve cinsel ilişkiye geçme sultasına sahip olmak demek olur. Fakat bu görüşte tutarsızlık vardır; çünkü bu tefsir tarzının geçerli olabilmesi ilk önce "muhsenat" teriminin evli kadınlar değil de iffetli kadınlar anlamına alınması gerekir ki, bunun tutarsızlığını az önce anlattık. İkinci bir engel de Kur'an'ın bu ibareyi söylenen anlamın dışında, yani yararlanmayı ele geçirme anlamında değil de cariye edinme anlamında kul-landığının bilinmesidir.

Başka bir tefsirci de sahip olunan cariyeler ile kâfir kocaları olan esir cariyelerin kastedildiğini ileri sürmüştür. Bu tefsir tarzını Ebu Sai-d-i Hudri'ye dayanan şu rivayet teyit ediyor: "Ayet, Evtas esirleri hakkında indi. Müslümanlar orada müşriklerin kadınlarını esir almışlardı. Bu kadınların dar-ul harpta ve kendi ülkelerinde kocaları vardı. Bu ayet inince Peygamberimizin münadisi şöyle seslendi: "Bilin ki, hamile olan esir cariyeler ile doğum yapıncaya kadar ve hamile olmayanlarla da hayızdan temizleninceye kadar cinsel ilişkide bulunmayın."

Bu tefsir tarzında delil olarak gösterilen rivayetin zayıf oluşunun yanı sıra, ayeti sınırlayıcı olmaksızın sınırlama vardır. [Ayetin anlamı geneldir, savaşta ve savaş dışında sahip olunan bütün cariyeleri kapsar.] Dolayısıyla ayetin anlamı bizim anlattığımız doğrultudadır.

"Allah'ın farz kıldığı hükümlere bağlı kalın." Yani üzerinize yazılan ve farz kılınan Allah'ın hükmüne bağlı kalın. Tefsirciler bu ayetle ilgili şu açıklamayı yapıyorlar: "Kitabellahi aleykum" gizli bir fiilin mutlak mef'ulu olmak üzere mansuptur. İfade aslında "ketebella-hu kitaben aleykum=Allah üzerinize yazı yazdı" şeklindedir. Sonra fiil hazfedildi ve mastar fiilin failine muzaf kılınarak onun yerine geçti. Bu tefsirciler, "aleykum" kelimesini ism-i fiil [fiil anlamını taşıyan isim] olarak algılamamışlardır. Bu hususta, nahiv ilmi bilginlerinin sözlerine dayanmışlardır. Onlar ism-i fiilin amel ve etki bırakma açısından zayıf olduğu için mamulünün ondan öne geçemez olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bunun üzerinde iyice düşünmek gerekir.

"Bunun dışında kalanı... size helâl kılındı." Cümlenin orijinalinde "mâverâe" kelimesinde sadece akıllı olmayan varlıklar için kullanılan "ma" edatının kullanılmasından, bunun yanı sıra tekil ve müzekker için kullanılan işaret edatına ("zalike" kelimesine) yer verilmesinden ve yine daha sonraki "mallarınızla aramanız" ibaresinden, ulama edatı olan "ma" ve ismi işaretle "analarınız... haram kılındı." cümlesinde gizli olan şeyin kastedildiği anlaşılıyor. Bu gizli şey, yasaklamanın konusu olan cinsel ilişki, elde etme ve benzeri bir anlamdır. Buna göre cümlenin anlamı "Size sayılanların dışındakileri elde etmeniz helâl kılındı" şeklindedir. Bu elde etme, sayılan on beş zümre dışındakileri ya nikâh yolu ile ya cariye edinme yolu ile elde et-mek demektir. O zaman "mallarınızla aramanız" ifadesinin "Bunun dışında kalanı (bunun dışındaki birleşmeler)... size helâl kılındı" ifadesinden bedel olması kurallara tamamen uygun olur.

Tefsircilerin bu cümle ile ilgili şaşırtıcı tefsirler yaptıkları nakledilmiştir. Meselâ bir tefsirci, "mâverâe zalikum" ifadesini, "Bunlar dışındaki yakın akrabalarınız size helâl kılındı." şeklinde tefsir etmiştir. Başka bir tefsirci bu ifadeyi: "Beş taneden aşağı sayıda kadınla evlenmek size helâl kılındı. Bu da dört ve daha azıdır. Bunları nikâh yolu ile mallarınızla elde etmeye çalışmanız size helâl kılındı." şeklinde tefsir etmiştir. Bir başka tefsirci de aynı ifadeyi "Bunların dışında kalan elinizdeki cariyeler size helâl kılındı." biçiminde tefsir etmiştir. Bir başka alim de bu ifadeyi "Dörtten fazla olmama şartıyla sayılan yasak kadınların dışındaki kadınları nikâhlama veya cariye edinme yolu ile mallarınızla elde etmeniz size helâl kılındı." şeklinde açıklıyor.

Bu tefsir biçimleri tutarsızdır. Ayette kullanılan kelimelerde bunlara ilişkin delil yoktur. Üstelik hepsinde "ma" edatının akıllı varlıklar için kullanıldığı öngörülüyor ki, az önce söylediğimiz gibi bunun hiçbir dayanağı yoktur. Üstelik bu ayette elde edilmesi haram olan kadın zümreleri açıklanmak isteniyor. Maksat nikâh altında ne kadar kadın bulundurmanın haram olduğunu bildirmek değildir. Buna göre eş sayısını bu ayete yüklemenin hiçbir gerekçesi yoktur. Doğrusu şudur ki, bu cümlede daha önce ki iki ayette sayılanların dışında kalan kadınların ya nikâh veya cariye edinme yolu ile elde edilmelerinin caizliği açıklanmak isteniyor.

"İffetli olmak, zina etmemek üzere mallarınızla aramanız" Bu ifade, "mâverâe zalikum=bunun dışında kalanı" ifadesinden bedel veya atf-ı beyandır. Bu ifadeden söz konusu kadınları elde etmenin ve onlarla ilişkide bulunmanın meşru yollarının ne olduğu ortaya çıkıyor. Şöyle ki, "Bunun dışında kalanı... size helâl kılındı." ifadesinin içerdiği üç yol var. Bunlar nikâh, cariye edinme ve zinadır. "iffetli olmak... üzere mallarınızla aramanız" ifadesi ile zina işlemek yasaklanıyor ve sadece nikâh ile cariye edinme şıklarının helâl oldukları vurgulanıyor. Sonra "mal ile arama" işlemi gündeme getiriliyor. Bu, nikâhta onun temel şartlarından biri olan mehir ve ücret, cariye edinme de ise, bu işin çoğunlukla edinme yolu olan bedeldir. O zaman ayetin anlamı şöyle yorumlanabilir: Sayılanlar dışındaki kadınları elde etmek ve onlarla ilişkide bulunmak malî harcamada bulunmak suretiyle size helâl kılındı. Bu malî harcama kadınları zina değil de nikâhlama yolunda veya cariyeleri satın almak için yapılır.

Bundan anlaşılıyor ki, "muhsinîne ğayre musafihîne" ifadesindeki "ihsân" kelimesi, evlenmişlik ve özgür olma anlamında değil, iffetli olma anlamındadır. Çünkü ayetteki "malla arama" hem nikâhlamaya, hem de cariye edinmeye şamildir. Bunu sadece nikâhlama ile sınırlayıp "ihsân" kavramını evlenmişlik anlamına almanın delili yoktur. "İhsân" kelimesini iffetlilik anlamında kullanmak demek, kadınlarla ilişkiden uzak durmak demek değildir ki, bu kelimenin buraya uymadığı söylenebilsin. Tersine buradaki iffetli olmaktan maksat herhangi bir şekilde fuhşa yönelmeyerek sadece Allah'ın helâl kıldığı ile yetinmek, nefsi Allah'ın haram kıldığı yollardan alıkoymaktır. Allah'ın helâl kıldığı yollar, insanın yapısında ve fıtratında ona yönelik eğilim bıraktığı doğrudan yararlanma hususunda, bilinen ve alışıla gelen yollardır.

Bu açıklamalarımız "en tebteğû biemvalikum=mallarınızla aramanız" ifadesinin, başında gaye anlamı taşıyan bir "lam" harfi veya o anlamda bir şey farz ederek aslında "li-tebteğû" yani aramak için veya "iradete en tebteğû" yani aramak isteyerek gibi anlamlara çekmenin yanlış olduğunu ortaya koyar. Çünkü "en tebteğû=aramanız" ifadesinin içeriği "bunun dışında kalanı" ifadesinin içeriği ile aynı amaçlıdır. İkinci ifade birincisine dayalı ve onun için kastedilmiş değildir. Bu husus açıktır.

Başka bir yanlış görüş de bir tefsircinin şu anlama gelen yorumudur: Ayetteki iffetsizlikten maksat, erkeğin menisini Allah'ın koyduğu gayeyi gözetmeksizin akıtmasıdır. Bu öyle bir gayedir ki, Allah insanın fıtratında şehvet iç güdüsünü bu gaye için koymuştur. Gaye aile yuvası oluşturmak, nesli sürdürmek ve çocuk yapmaktır. İffetsizlik bu olunca, onun karşıtı olan ayetteki "ihsân" ise, üreme ve nesli çoğaltma amaçlı sürekli evlilik demek olur. Buna dikkat ediniz.

Ben bu tefsircinin ne demek istediğini anlamış değilim. Çıkardığım yalnız şu ki, bu kimse inceleme yöntemini karıştırmıştır. Yani, kanunun hikmeti diye adlandırılan hüküm dayanağını incelemek ile hük-mün kendisini incelemeyi birbirine karıştırmıştır. Bunun sonucu olarak kabul edilemeyecek gerekleri, kabullenmek zorunda kalmıştır.

Bu iki incelemeden biri olan dayanağa ilişkin inceleme, aklîdir. Ö-bürü olan şer'î hükme, bu hükmün konusuna, ilgili olduğu şeye, şartlarına ve engellerine ilişkin inceleme ise lafzî ve sözeldir; genişliği ve darlığı, şeriat koyucunun sözel açıklamasına bağlıdır. Bütün şeriat hükümlerinin maslahata ve gerçek dayanaklara bağlı olduğundan şüphemiz yoktur. Bu hükümlerden biri olan evlenme hükmünün yasallaşması da objektif faydaya ve gerçek dayanağa bağlıdır. Bu çıkar ve dayanak, çoğalmak ve üremektir.

Biliyoruz ki yaratılış düzeni, insan türünden fertlerin bekası yolu ile insan türünün bekasını istemiştir. Bu beka Allah'ın dilemesi ile sınırlıdır. Bu amaca ulaşabilmek için insan bünyesi üreme cihazı ile donatıldı. Bu cihaz insandan ayırdığı parçaları eski insanın yerini alacak yeni bir insan olarak yetiştiriyor. Böylece türün zinciri kesintisiz olarak uzayıp gidiyor. Bu cihazı çalışmaya ve üretmeye sevk etmek için de insan bünyesine şehvet gücü yerleştirildi. Bu gücün etkisi ile erkek ile dişinin her biri öbürüne karşı ilgi duyar, birbirine sahip olup ilişki kurmak üzere bu gücün çekimi devreye girer. Sonra bu iş akılla olgun-luğa kavuşur. Akıl, yaratılış düzeninin özendirdiği bu yolun bozulmasını, yanlışa saplanmasını önler.

Hilkat düzeni fonksiyonu konusunda titiz, insan türünün sürekliliğinden ibaret olan amacı konusunda ısrarlıdır. Ama bu titizliğin aynısını erkek ile dişi arasındaki ilişkilerde ve insan zümrelerinde göremeyiz. Bu yaratılış gayesine ulaşma azmi fertlerde sürekli olarak görülmez, ancak çoğunlukla bir ilk adım olarak görülür. Buna göre her evlilik çocuk yapmaya vardırmaz. Her cinsel ilişki için de aynı şey söylenebilir. Her cinsel ilişki eğilimi, bu sonucu meydana getirmez. Her erkek, her kadın ve her evlilik zorunlu olarak bu zevke varmaz ve çocuk edinme arzusuna varmaz. Bunlar ancak çoğunlukla görülebilecek gelişmelerdir.

Yaratılış cihazı insanı evlenmeye çağırır. Amacı, şehvet yolu ile çoğalmaktır. İnsana bağışlanmış olan akıl ise bu isteğe nefsin korunmasını ve sakınmasını ekler. Bu sakınma, hayatın mutluluğunu bozan, ailelerin temellerini yıkan ve neslin çoğalmasının önünü kesen fuhuştan ve zinadan kaçınmaktır.

Bu birleşik fayda, yani çocuk edinme faydası ile fuhşun sızmasını engelleme faydası, İslâm'da evliliğin temeli olan, çoğunluğa dayalı dayanaktır. Yalnız çoğunlukla olma durumu dayanağın hükümlerindendir. Konuları için konmuş olan hükümler ise, sadece sürekli olmayı kabul ederler, çoğunluğa dayalı olmakla yetinmezler.

"Evlenme veya cinsel ilişki caiz olup olmama bakımından amaca ve dayanağa bağlıdırlar." demek doğru değildir. Böyle düşünmenin devamı şöyle gelir: Çocuk edinme niyeti ile yapılmayan evlilik caiz değildir. Kısır çiftlerin evlilikleri caiz değildir. Aybaşı olmayan yaşlı kadınlarla evlenmek caiz değildir. Küçük yaştaki kızlarla yapılan evlilik caiz değildir. Zina eden erkeğin evliliği caiz değildir. Hamile kadın ile cinsel ilişkide bulunmak caiz değildir. Meni akıtmaksızın yapılacak ilişki caiz değildir. Aile yuvası oluşturmaksızın evlilik yapmak caiz değildir. ...caiz değildir. ...caiz değildir.

Aslında nikâh, kadın ile erkek arasında meşru bir sünnettir. Onun sürekli hükümleri vardır. Daha önce belirtildiği gibi bu meşru sünnetle kamuyla ilgili çoğunluk üzere kurulu bir maslahat korunmak istenmiştir. O hâlde, dayanağının gerçekleşip gerçekleşmemesine bağlı olan ve dayanağı gerçekleştirmeyen evli fertleri veya evlilik hükümleri engellenecek olan bir meşru sünneti geçerli kılmak anlamsızdır.

"O hâlde, ne zaman onlarla müt'a nikâhı yaptınızsa, ücretlerini bir farz olarak verin." Bildiğim kadarıyla ayetin orijinalindeki "bihi" zamiri, "Bunun dışında kalanı... size helâldir." ifadesinin delâlet ettiği şeye dönüyor. Bu da "neyl=ulaşmak" veya o anlama gelen durumdur. O zaman ayetin başındaki "ma" edatı vakit bildirmek için ve "minhunne" ifadesi, "istamta'tum" ifadesi ile bağlantılı olur. Böyle olunca bu ifadenin anlamı 'Ne zaman müt'a yaparak onlardan yararlandınızsa, ücretlerini farz olarak verin." biçiminde olur.

Bunun yanı sıra ayetteki "ma" edatının mevsule ve "istamta'tum" ifadesinin sıla cümlesi, "bihi zamirinin ism-i mevsule dönük olması ve "minhunne" ifadesinin mevsulun açıklaması olması da mümkündür. O zaman anlam "Kendilerinden yararlandığınız kadınların ücretlerini farz olarak verin." şeklinde olur.

"Femestamta'tum" cümlesi daha önceki ifadeyle ilgili bir ayrıntı-landırmadır. Çünkü başında bu anlamı veren "fa" harfi vardır. Bu cümle hiç şüphesiz parçayı bütüne, cüz'îyi küllîye dayandıran bir ayrıntılı açıklamadır. Çünkü "iffetli olmanız ve zina etmemek üzere mal-larınızla aramanız" ifadesi, yukarda açıklandığı üzere, hem nikâhlıda, hem de cariyede ulaşılan şeyi içeriyor. Böyle olunca, "O hâlde, ne zaman onlarla müt'a nikâhı yaptınızsa, ücretlerini bir farz olarak verin." ifadesini bir önceki cümleye uzantı yapmak, parçayı bütüne veya bazı cüz'î bölümleri, bölümlere ayrılmış küllî ve bütüne bağlamak türünden olur.

Bu ayrıntılandırma üslûbu, Kur'an'da çok kullanılır. Meselâ şu ayetler gibi: "Sayılı günlerde oruç tutmanız farz kılındı. O hâlde içinizden kim hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca sonraki günlerde oruç tutar." (Bakara, 184) "Dinde zorlama yoktur. Doğruluk ile sapıklık birbirinden ayrılmıştır. O hâlde kim tağutu reddederek Allah'a inanırsa kopmaz bir kulpa yapışmış olur." (Bakara, 256)

Ayette sözü edilen "yararlanma" ile müt'a nikâhının kastedildiği şüphesizdir. Çünkü bu ayet Medenîdir ve Peygamberimizin hicretten sonraki döneminin ilk yarısında inen Nisâ suresinin ayetlerinden biridir. Nisâ suresinin ayetlerinin çoğu bu söylediklerimizin delilidir. Bu nikâh, yani müt'a nikâhı bu dönemde Müslümanlar arasında yürürlükte ve uygulamada idi. Bunda şüphe yoktur. Rivayetlerin hepsi bunun tartışmasız bir gerçek olduğunu ortaya koyuyor. Bu uygulamayı ortaya koyan İslâm olsun veya olmasın, bunun Peygamberimizin gözü ve kulağı önünde yürütüldüğü şüphesizdir. Uygulamanın adı bu, yani müt'a idi. Ondan bu adla söz edilirdi. Buna göre "O hâlde, ne zaman onlarla... ücretlerini bir farz olarak verin." ifadesi, kesinlikle bu anlamda kabul edilmesi, ondan bu anlam çıkarılması kaçınılmazdır. Tıpkı Kur'an'ın inişi sırasında Müslümanlar arasında geçerli olan diğer gelenekler ve âdetlerde olduğu gibi. Bu gelenekler ve âdetler bilinen, yaygın isimleri ile anılıyorlardı. Bu isimlerle ilgili hüküm içeren bir ayet inince bu ayetlerde geçen isimler yaygın anlamlarında alınırlardı. Gelen hüküm ister onaylama, ister ret, ister emretme, ister yasaklama biçiminde olsun ilgisi olduğu isimlerin asıl lügat anlamları ile irtibat-landırılmazdı.

Meselâ hac, alış veriş, faiz, kâr, ganimet ve bu türden olan kavramlar gibi. Hiç kimse sözlük anlamını ileri sürerek Beytullah'ı ziyaret etmenin, orayı kastetmek demek olduğunu iddia edemez. Sayılan diğer kavramlarda da durum böyledir. Yine Peygamberimiz (s.a.a) tarafından ortaya konan, arkasından yaygın biçimde kullanılarak sonunda şeriattaki adı ile bilinir hâle gelen namaz, oruç, zekât, hacc-ı temettü gibi şeriat kavramlarında da aynı kural geçerlidir. Bu kavramları ifade eden kelimeler, şeriat tarafından veya şeriat bağlıları tarafından kesinlikle söz konusu anlamlara bağlandıktan sonra onları sözlüklerdeki anlamlarına döndürmenin imkanı yoktur.

Buna göre ayette sözü edilen yararlanmayı müt'a nikâhı anlamına almak zorunludur. Çünkü bu ayetin indiği sıralarda bu ilişki türünün Araplar arasında kullanılan adı bu idi. Bu, böyledir; daha sonra müt'a nikâhının ayetle veya sünnetle neshedildiğini söyleyelim veya söylemeyelim fark etmez; çünkü bu, yerinde incelenmesi gereken ayrı bir konudur. Sözün kısası, bu ayetten anlaşılan şey müt'a nikâhının hükmüdür. Sahabe ve tabiin kuşağına mensup eski dönem tefsircilerden nakledilen yorum da budur. İbn-i Abbas, İbn-i Mesud, Ubeyy b. Kaab, Katade, Mucahid, Suddi, İbn-i Cubeyr, Hasan vb. gibi. Bu yorum Ehl-i Beyt İmamlarının da görüşüdür.

Yapılan açıklamalardan konuyla ilgili bazı tefsircilerin yapmış olduğu yorumun asılsız olduğu ortaya çıkıyor. Yorum şudur: "Buradaki istimta'dan maksat, evlenmektir. Çünkü nikâh ilişkisi kurmak kadından yararlanmaya yönelik bir taleptir." Bir tefsirci de "istamta'tum" ke-limesindeki "sin" ve "ta" harflerinin tekit için olduğunu ve kelimenin anlamının 'temetta'tum" biçiminde olduğunu iddia etmiştir.

Mezkur görüşün tutarsızlığının delili şudur ki; Araplar arasında müt'a nikâhının bu adla yayılması ve bilinmesi bu kelimeyi işitenlerin onu lügat anlamında algılamalarına imkan tanımaz.

Ayrıca kelimeye verilen anlamın doğru olduğu, talep anlamının daimi nikâh ile bağdaştığı ve "istemta'tum" kelimesinin "temetta'tum= yararlandığınız" anlamına geldiği farz edilse bile, bu ifade "onlara ücretlerini verin." biçimindeki sonuç cümlesi ile bağdaşmaz. Çünkü mehir, nikâh akdi yapmakla farz olur. Evlilik teklif yapmayı, akit yapmayı, oynaşmayı, cinsel ilişkiyi vb. şeyleri de kapsamına aldığını kabul ettiğimiz yararlanma talebine ve aynen yararlanmaya da dayanmaz. Mihrin yarısı nikâh akdi ile, öbür yarısı da cinsel ilişki ile farz olur.

Üstelik bu ayetten önce inen ayetler, çeşitli ayrıntıları ile mehir vermenin gerekliliğini geniş biçimde anlatmışlardır. Bu gerekliliği tekrar anlatmanın anlamı yoktur. Söz konusu ayetler şunlardır: "Kadınların mehirlerini (Allah tarafından) bir bağış olarak verin." (Nisâ, 4) "Eğer bir eşinizi bırakıp da yerine başka bir eş almak isterseniz, onlardan birine yüklü miktarda mal (mehir) vermiş olsanız bile, ondan hiçbir şeyi geri almayın." (Nisâ, 20) "Kadınlara dokunmadan veya mehirlerini kesmeden kadınları boşarsanız, size bir günah yoktur. Fakat onları yararlandırın; zengin olan kendi gücü, darda olan da kendi gücü oranında... Eğer onlara mehir keser de dokunmadan boşarsanız, kestiğinizin yarısını verin..." (Bakara, 236-237)

Bir tefsirci bu ayetin, yani "O hâlde... ücretlerini bir farz olarak verin." ayetinin tekit (pekiştirme) amaçlı olduğunu ileri sürmüştü. Bu yoruma verilecek cevap şudur: Bu ayetin öncesindeki ayetler, özellikle "eğer bir eşi bırakıp yerine bir başka eş almak isterseniz..." ifadesinden sonra iki ayete kadar yer alan kısmı son derece kesin ve vurgulamalı ifadeler taşıdıkları için bu ayetin onları pekiştirme amacı taşımasına sebep yoktur.

Nesih meselesine gelince; bazıları bu ayetin "Onlar ki, edep yerlerini korurlar. Yalnız eşleri ve sahip oldukları (cariyeleri) hariç. (Bu iki durumda) onlar kınanmış değillerdir. Şu hâlde, kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar haddi aşan kimselerdir." (Mü'minun, 5-7) ayeti ile neshedilmiş olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bazıları ise id-detle ilgili olan "Ey Peygamber, kadınları boşayacağınız zaman bekleme sürelerini gözeterek boşayın." (Talâk, 1) ayeti ile neshedilmiş olduğunu iddia etmişlerdir. Bazıları ise "Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç temizlenme süresi beklerler." (Bakara, 228) Çünkü bu iki ayette eşlerin ayrılmaları boşamaya ve bekleme süresine bağlanmıştır. Oysa müt'a nikâhında bunların hiçbirisi yoktur.

Bazıları ayetin "eşlerinizin... geriye bıraktıkları mirasın yarısı sizindir..." (Nisâ, 12) ayeti ile neshedildiğini söylüyorlar. Müt'a evliliklerinde mirasın olmayışını görüşlerine delil gösteriyorlar. Bazıları "Size (şunlar) haram kılınmıştır: Analarınız, kızlarınız..." (Nisâ, 23) ayetinin bu ayeti neshettiğini söylüyorlar. Çünkü bu ayet evlenme hakkındadır, diyorlar. Diğer bazıları da bu ayetin "o hâlde gönlünüzün rahat ettiği (başka) kadınlardan ikişer, üçer ve dörder evlenebilirsiniz." (Nisâ, 3) ayeti ile neshedilmiş olduğunu ileri sürmüşlerdir. [Çünkü müt'ada dörtten fazlasıyla da nikâh yapılabilir.]

Bazılarına göre ayet sünnetle neshedildi. Bu doğrultudan da kimileri ayetin Peygamberimiz tarafından Hayber Savaşı yılında, kimileri Mekke'nin fethedildiği yıl, kimileri veda haccında Peygamberimiz tarafından neshedildiğini söylerlerken, kimileri de bu uygulamanın önce serbest bırakıldığını, sonra iki veya üç defa yasaklandığını, en son kesinleşen hükmün yasaklanma hükmü olduğunu ileri sürmüşlerdir.

Bu ayetin Mü'minun suresindeki ayetle neshedilmiş olması iddiası hakkında söylenecek söz, Mü'minun suresindeki ayetin neshetmeye elverişli olmadığıdır. Çünkü o ayet Mekke döneminde, müt'a evliliği ile ilgili ayet ise Medine döneminde inmiştir. Mekke döneminde inen bir ayet, Medine dönemindeki bir ayeti neshedemez. Üstelik müt'a işlemini nikâh ve kendisiyle müt'a yapılan kadını eş saymamayı kabul etmiyoruz. Bu konudaki Peygamberimizden gelen haberler ve sahabeler ile tabiinin bu işleme nikâh adını vermiş olmaları onu nikâh saymamaya engeldir. Bunu nikâh saymanın, miras ve boşama vb. şeyleri gerektirdiğini ileri sürerek onu nikâh saymamaya ilişkin gerekli cevap verilecektir.

Bu ayetin miras ayeti ile, boşama ayeti ile ve evlenilebilecek kadınların sayısına ilişkin ayetlerle neshedildiğini ileri sürenlere verilecek cevap şudur: Bu ayetler ile müt'a ayeti arasındaki ilişki nesheden-neshedilen ilişkisi değil, genel-sınırlı veya mutlak-kayıtlı ilişkisidir. Meselâ miras ayeti kalıcı ve geçici nikâhlı bütün eşleri içerir. Fakat sünnet bu ayetin içeriğinin bir bölümünü dışarıda bırakarak onu sınırlar. Sünnetin dışarı çıkardığı bölüm geçici nikâhlı eşlerdir. Boşama ayeti ile eşlerin sayısını sınırlayan ayet hakkında söylenecek söz de aynıdır. Bu açık bir husustur. Bu ayetlerin neshedici olduklarına ilişkin iddia, her hâlde bu iki ilişki türünü birbirinden ayırt edememekten ileri geliyor.

Evet; bazı fıkıh usûlü bilginleri, eğer sınırlı kapsamlı bir ayetin arkasından olumlu veya olumsuz olarak ona zıt genel kapsamlı bir ayet gelirse, geniş kapsamlı ayetin sınırlı kapsamlı ayeti neshedeceğini ileri sürmüşlerdir. Bu görüş yerinde anlatıldığı üzere zayıf olmakla birlikte bizim üzerinde konuştuğumuz meseleye uymuyor. Çünkü genel kapsamlı olan boşama ayeti Bakara suresindedir. Bakara suresi müt'a ayetini de içeren Nisâ suresinden önce Medine döneminde inmiş ilk suredir. Evlenebilecek eş sayısına ilişkin ayet de Nisâ suresinde ve müt'a ayetinin öncesinde yer almıştır. Miras ayeti de müt'a ayetinden önce aynı siyak içinde ve aynı surededir. Yani bütün bu durumlarda sınırlı kapsamlı müt'a ayeti, genel kapsamlı ayetten sonra geliyor.

Bekleme ve iddet süresine ilişkin ayetin bu ayeti neshettiği iddiasına gelince, bu iddianın asılsızlığı daha da açıktır. Çünkü bekleme süresi (iddet) hükmü, sürekli nikâhta olduğu gibi geçici nikâhta da geçerlidir. Yalnız süresi farklıdır. Bu farklılık sınırlayıcı sayılır, neshedici kabul edilmez.

Müt'a nikâhı ayetinin yasak evliliklere ilişkin ayetle yasaklandığını iddia eden görüş ise, şu iki sebepten dolayı bu görüş bu tür görüşlerin en şaşırtıcı olanıdır. Birinci sebep şudur: Yasak evlilikleri sayan ifade ile müt'a nikâhına delil olan ifade birbirine bağlı bir bütündür. Müt'a nikâhına delil olan ifadenin önce olduğu nasıl farz edilecek, sonra da bir sözün baş tarafının uzantısını neshettiği nasıl ileri sürülecektir? İkinci sebep de şudur: Bu ayet hiçbir yönü ile sürekli olmayan eşliği açıkça ve net bir dille yasaklamıyor. Ayet önce erkek için evlenilmesi yasak olan kadın zümrelerini sayıyor. Sonra da nikâh veya cariye edinme yolu ile elde edilmesi caiz olan kadınları açıklıyor. Daha önce dediğimiz gibi müt'a nikâhı nikâh olduğu için bu iki mesele arasında karşıtlık ilişkisi yoktur ki, neshedilme söz konusu olsun.

Evet. Kimileri şöyle diyor: "Bunun dışında kalanı ihsân=iffetli olmak ve zina etmemek üzere mallarınızla aramanız size helâl kılındı." İfadesi, diğer kadınların helâl olmasını mehirle ve "ihsân" ile zinaya bulaşmamakla kayıtlandırıyor. Geçici nikâhta "ihsân" yoktur. Nitekim müt'a nikâhı yapan bir erkek "ihsân" şartını yerine getirmiş sayılmadığı için eğer zina işlerse recm edilmez. Bu durum bu ayette müt'a nikâhının kastedilmiş olması ihtimalini ortadan kaldırır.

Bu itiraza daha önce değinilen şu karşılık verilir: "ihsân ve zina etmemek üzere" ifadesinde geçen "ihsân" kelimesi, iffetli olma anlamındadır; evli olmak anlamında değildir. Çünkü aynı ifade, hem cariye edinmeyi, hem de nikâh yolu ile evliliği içeriyor. Eğer buradaki "ihsân"ın evli olmak demek olduğu kabul edilse bile evli erkeğin zina suçunun müt'a nikâhlı bir erkeğin zina suçunu Kur'an ile değil, sünnetle sınırlandırdığı sonucuna varılır. Çünkü zaten Kur'an'da recm cezası yoktur. [Recm cezası, sünnetle ispat edilen bir gerçektir.]

Bu hükmün sünnetle neshedilmiş olmasına gelince, bir kere bu nesih, kökünden asılsızdır. Çünkü mütevatir hadislere terstir. O hadislerde hadislerin Kur'an'a sunulması, Kur'an'a ters düşenlerinin reddedilmesi ve Kur'an'ın ölçü alınması emrediliyor. Ayrıca rivayetler bölümünde bu iddiaya cevap verilecektir.